Kayıtlar

Ağustos, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BENİM YAVRUM ARTİZ OLACAK

Resim
Blog aleminin şimdilerdeki sobe mevzuu 'özenti, özenmek ve gençlik'. Pas Mehtap'tan geldi. Değerlendirelim efenim. Medyanın körüklediği, sosyal ortamın fişeklediği, teknolojinin desteklediği ‘özendirme’ vukuatları evvel zamanda, evden kaçıp artiz olabilitesi mevcut kız çocuklarımızın ve onların ailesinin çok canını sıkmıştır. Onlar, ses dergisinde okudukları, bohçasını sırtlayıp Yeşilçam yolunu tutmuş olan bir iki nadide örneğe özenmişlerdir masumane . Lakin herkes siyah-beyaz artizler kadar şanslı olmayabilirdir. Kiminin karşısına, Göksel Arsoy çıkarken, bir çoğunu da elinde gazozuyla Nöri Alço karşılayabilirdir. Nice Türk filmine de konu olmuş bu hikayede, bu saf kızlardan kimi uyuşturucuya alıştırılmış, bazısı tecavüze uğramış ve sonunda çoğu hayatın yazdığı senaryolarda ancak figüran olarak birer rol kapabilmişlerdir. Neyse ki günümüzde yavrularımız tek başına bırakılmamaktadır. Onlara başka yöntemlerle ünlü olmanın yolları el birliğiyle anlatılmaktadır. Bu kadar çabay

ALIŞMAK SEVMEKTİR OYSA

Resim
Yüzme havuzlu, yeşillikler içinde püfür püfür, lüks bir siteye taşınma fikri, yazın bu en yapış kokuş günlerinde, doksan iki derece sıcağın altında herkes için cazip ve de üzerine atlanası gibi görülebilir elbette. Lakin, karşı dairenin kapısı daha açılmadan yüzüme kapanacaksa, asansöre bindiğimde o soğuk sessizlik ve yere bakma seremonisi yaşanacaksa, selamsız-sabahsız, komşusuz geçecekse günler, geceler; İstemem… İsteyene de hiç mani olmam. Ben alışmışım parkımızda oynayan bebelerin saçını okşamaya. Alışmışım ergen sıpaların elimdeki poşetleri kapmasına. Alışmışım balkonunda çayını yudumlayan Artin Amca’nın halini hatırını sormaya. Yüzüm asıksa Halime Teyze sormalı “neyin var kızım” diye. Rengim solgunsa merak etmeli Melahat Abla; yorgun muyum, hasta mıyım? Anneme selam göndermeli Hatice Teyze sıcacık gülümsemesiyle. Askere birlikte uğurlamalıyız Basketçisini Muzimle. Ya da Liselim için birlikte beklemeliyiz sınav kapılarında Serpil ile. Birbirimize sarılıp ağlamalıyız hüzün, sevinç,

ÖLDÜREN DİYALOGLAR

Resim
Yıllarca Amerikan filmlerinde görüp özendiğimiz ‘Tanık Koruma Programı’, güzel ülkemizde de uygulanmaya başlanacakmış. Bir firma, bu tanıklar için özel bir ses ve görüntü sistemi kurmuş. Sesi değiştirip tanınmaz hale getirerek mahkeme salonuna veren bir düzenek sayesinde, eleman tanınmadan, kim olduğu bilinmeden ifadesini verecek ve gerçekler su yüzüne çıkacakmış. Sonrasında da estetik ameliyatlarla yüzleri değiştirilip başka şehirlerde, başka isimlerle yeni bir hayata başlayacaklarmış. Yani korkudan tanıklık yapmamak, “konuşursam bu adamlar beni öldürür, iyisi mi susayım, nasılsa çark yine aynı hızda ve aynı yöne doğru döner” dönemi kapanacak, artık hiçbir şey karanlıkta kalmayacak, yurdum insanı da bütün pisliklerden bir bir kurtulacakmış. Buraya kadar her şey normal ve güzel. E ama burası Türkiye. Birazcık farkımız olacak değil mi? Teknik aksaklıklar kaçınılmaz elbette; Korunaklı Tanık: Şimdi güzel abim, bu X şerefsizi ve adamları, iki tane bankanın içini, tereyağından kıl çeker gib

BLOG NEDİR? NE İŞE YARAR?

Resim
Blog, bildiğimiz anlamıyla bir çeşit günlük gibi bi’şeydir aslında. Bir takım insanların günlerden bir gün aklına esip, teknoloji aracılığıyla özelini, hayatını başka insanlarla paylaşmasıdır. Bir başka manası da; zamanında anneden köşe bucak saklanılan günlüklerin internet vasıtasıyla el oğluna okutturulmasıdır. Kimi vardır, yemek tarifi verir, kimi el sanatlarında yeteneklidir. Kimi takı yapar satar, kimi pastacılıkla uğraşır. Kimi tatlı yavrusunu anlatır. Kimi teknolojiyi iyi bilir ve bunu bilmeyenlere de aktarır. “Hit almak, PR yükseltmek, link takası…” ıvır zıvır bir sürü de ayrıntısı varmış, yeni yeni duyuyorum. İnsanlar bu işlerden para bile kazanıyorlarmış yahu. Hayırlısı ne diyelim. Lakin benim için blog denen şeyin anlamı, dostluk ve arkadaşlık demek. Onlarla iyiyi, güzeli, ya da sıkıntıyı paylaşmak demek. Benim için blog; hiç görüşmediğin insanlara sevgi ve yakınlık duymak demek. Onların acılarını da, sevinçlerini de yüreğinin orta yerinde hissetmek demek. Kelimelerin arasın

TALİH KUŞU KAPIMIZDA KUTLAMASI

Resim
Birkaç gündür yoktum ya ortalarda. Nerelerde miydim? Anlatayım efenim; Şimdi bu benim ormantik koca kişisi var ya; hani şu benim Bretim Pitim… Bir akşam eli kolu dolu geldi eve. “Hayırdır koca” dedim. “Ne aldın ki bu kadar?” Başladı paketleri açmaya. “Ahan da sana üç dört tane mikini, akşam yemeklerinde giymen için Versacee’den birkaç fistan, sahilde neyin ormantik yürüyüş yaparkene giyersin diye Piyer Karden amcamdan sahil donu, yine gece balo neyin olursa diye gece entarileri, Loyis Vuyitoon heybe, bunlar da çok ünlü bi markaymış ama aklıma gelmedi şimdik, ayakkabı terlik falan işte…” diye döktü ne varsa ortaya. Herif herif n’oldu be? Bunlar servet tutmuştur yahu. Haydi tek taşa ses etmedik, lakin bu kadar parayı çula çaputa vermen hiç tasvip ettiğim bir davranış biçimi değil, bilesin. Piyangodan büyük ikramiye bize isabet etti de benim mi haberim olmadı? Yok canım… Hadi leyyyn ordan… Dalga geçiyosuunnnn… Ulen gökten para yağsa, bizim kafamıza yine de taş düşer be. Nerde bizde o şans

TÜYSEL MEVZULAR

Resim
Kadın milletinin çilesi bitmez sayın okur. Ola ki bir gün biterse, yenisini icat ederler meraklanmayınız. Hele ki bir ‘istenmeyen tüy’ mevzusu vardır ki, duyan tüm hatun kişilerin kıllarını diken diken eder. Özellikle ve önemle yaz gelip çattı mıydı, ister istemez kurtulmak gerekir kendilerinden. İşte bunu düşünerek ben ve sevgili günlüğüm araştırdık, soruşturduk, sizin için en kıl yöntemleri sıraladık. Bizim de vatandaşa bir hayrımız olsun istedik. Haydi buyurun; Öteleme Tekniği: Bu teknik, aklı evvel bazı hatun kişilerin, canları yanmadan, üstelik de en ucuz şekilde tüylerden kurtulmak için geliştirdikleri bir tekniktir. Uygulaması son derece basittir; Bir piknik tüpü alınır, odanın orta yerinde yakılır. Sonra tüyleri yok edilecek bölge - artık neresiyse - orası ateşe tutulmak suretiyle ötelenir. Buna halk arasında ‘tavuk tekniği’ de deniyor olabilir. Bilemiyoruz, varsayım sadece. Acemi ötelemecilerin kendini yakma riski yüksek olup, ayrıca etrafa yayılan iğrenç koku belediye ekiple

ÖYLE BİR ŞEY

Resim
Dün gece, küçücük bir kız çocuğunu kollarımın arasına alıp sımsıkı sarılmak ve ona "güvendesin bebeğim, artık kimse sana dokunamayacak" demek istedim. Dün gece o kız çocuğunun yüzünü avuçlarımın içinde ısıtmak, alnından öperken "senin suçun değil kuzucuğum, yeter artık ağlama" demek istedim. Dün gece bir genç kızın içinde gizlenen o küçük çocuğun ellerinden sıkıca tutmak, dizlerime yatırıp sabaha kadar saçlarını okşamak istedim. O çocuk el sallıyordu sanki bana, sancılı bir bedende, berelenmiş bir ruh içinde... Ve ben çaresizdim... Dün gece saramayacağım yaralar, dindiremeyeceğim acılar, anlatamadığım masallar için ağlayarak eridim. Bu kadardım işte, uzanabildiği yere kadardı ellerim. O kadar küçük ve aciz... Ve kelimeler kendi sonsuzluğunda yetişebildiği kadar kifayetsiz... Dün gece, o küçük kız çocuğunun annesi olmak istedim... Ama bunu ona söyleyemedim...

BİR ÇEŞİT ULUSLARARASI FİKİR ÇATIŞMASI

Resim
Benim ormantik prensim, E.da Daşşşpınar kıvamında döndü eve. "Leyyyn sen de kimsin, ne ettin benim oğluma" dedim kendisine. Nerede benim pamuk şekeri yanaklı yavrum, nerede bu kara marsık? Hayır, ırkçı falan değilim elbette. Lakin Cuma Pazarı'nda "Aykşeeem bazarii, yetisen aliyööö" şeklinde çığırarak takı, saat falan satan Niceriyalı gençlere dönmüş bu bebe. Bi' tek mayonun kapattığı bölge bembeyaz kalmış. Maymun po.posu gibi! "Tatilin nasıl geçti yavrum" dememizi bekliyormuş yavru, başladı anlatmaya: Anneee... sabah kahvaltıda makarna vardı biliyon mu? Dingilizler kahvaltıda makarna yiyomuş. Anneee... ben çok iyi yüzüyorum artık. Çocuk olimpiyatlarına katılcam. Anneee... böyle merdivenleri çıkıyon, sağa dönüyon taam mı, bizim oda orası işte. Odamızın yanında da fışkiyeler var. Anneee... Dingilizlerle kavga ettik biz he... (Höööö! Ahan da yeni bir diplomatik kriz sebebi. E oğlum, baban düzelttiydi aramızı ne güzel, sen yine bozdun. Bu günlerde Din

MELEK Mİ YOKSA KELEK Mİ

Resim
Bu aralar "hayaaaaat beni neden yoruyosuuuunnnnnnn" diye hönkürme, önüme gelene çemkirme, ağız münakaşasıyla yetinmeyip saç baş yolma, kafa göz yarma isteğiyle dopdoluy(d)um. N'oooldu? Şaşırdın mı Günlük? Şaşırma! En yakınımdaki ve el altında her daim hazır bulunan koca kişisi, bildiğin üzere kavgaya, gürültüye pek meyilli bir şahsiyet değildir. Ama, iş ki istesin bu İncegül kişisi; bulur elbet bir yolunu. Evlenme yıldönümünü unutsa mesela; yok yok... bu güne kadar vaki değil. Boşuna umutlanmamalı, unutmaz ooo... Hımmmm... saçımı değiştirdim fark etmese; zannetmiyorum ama, olabilir. Az değiştirdim zaten. Azıcık ucundan kestirdiydim. Ya da hediye falan almasa, yapmadım bu güne kadar ama yapmayacağım anlamına gelmez bu. Burnundan fitil fitil getirsem. Ulen adam sırf akşam eve erken gelebilmek için sabah ezanını müteakip işe gitti be. Yuh sana İncegül, çok ayıp valla. Kızım bu adam melek melek, sense tam bi' kelek... Olsun, olsun, akşama bi falsosunu buluruz nasılsa. Ara

BENİM ANAM SENİNKİNDEN DE KUUL Bİ KERE

Resim
Ünlü bir fotoğraf sanatkârı, yine kendisi gibi ünlü olan şahısların bebelerinin fotoğraflarını çekip sergiliyor ya… Bu çekimler esnasında kendisinin gözlemleri de olmuş yeni nesil annelerle ilgili. Örneğin havuza yüz üstü kapaklanan minicik yavrusunu gayet sakin bir şekilde oradan alıp, çekimlere hiçbir şey olmamış gibi devam ettiren, yerlerde sürüklenen emziğini yıkamadan ağzına sokan bebesine gülümseyerek bakan, düşen çocuğunu yerden kaldırmak yerine oradan uzaklaşan hatunlar için sanatkârımızın yorumu; “Yeni nesil anneler harika, son derece kuul ve soğuk kanlılar. Sevinçle gördüm ki, eski pipirik, titiz anneler bir bir yok oluyor” şeklinde oldu. Kendisine “naaaaa yok oluyoruz, dünya var oldukça biz olacağız, bu gün anne, yarın anane, babaanne olarak karşınıza çıkıcaz” demek istedim, ama o kadar şok olmuştum ki, hiçbir şey diyemedim. Ağzım bir karış açık, hayret ve de dehşet içerisinde seyrettim kendisini. O yavrucak, havuza düşmüş, bi sarılmak, bi teskin edilmek istemez mi? Öteki, p

TOP SIKRIT LOVE SITORİSİ "GEL GEL SARIŞINIM GEL"

Resim
Koca kişisinin arada sırada yazdıklarımı okuduğunu bildiğim halde, aşağıda ilk aşkımdan söz edecek olmam, benim maniak bir hatun olmamdan kaynaklanıyor olabilir mi? Neyse ne işte. Haydi biraz geçmişe dönelim. Yıllar evvel çalıştığım şirkette çok hoş bir çocuk vardı. Ahan da buna benziyordu. Ben de o zamanlar çıtır mı çıtır, gencecik bir hatun idim. O birinci katta, ben beşinci kattaydım, ama öğle saatlerinde, ortak projelerde falan beraberdik İş arkadaşlarım içinde en iyi anlaştığım şahıstı. İşte biz bu çocukla zaman içinde sıkı arkadaş olduk. Bazen birbirimize yaslanıp dertleşiyor, bazen de küfürleşecek kadar sinir yapıp bağrışıyorduk. Kavga-dövüş geçinip gidiyorduk. Hatta ben bu yavruya kız falan bakıyordum sağdan soldan. O kadar da kankaydık. Günlerden bir gün bir Cumartesi sabah saatleri, ben şirkete uğramışım bir işi halletmek için, bu da hazırlık falan yapıyor. O zamanlar Cumartesi çalışmayan, şanslı amele grubundayım. Telefon geldi “kız İncegül, denize akıyoruz biz, bekle seni

BENDİNE ZİNCİR

Resim
Hayat garip... Vefasız, nankör aslında. Bazen var olduğunu sandığının aslında hiç olmadığını anlayıp soğuk bir duvara çarpmak gibi. Bazen aslında olmadığını düşündüğün şeylerin gerçekliğine uyanıp başka bir duvara çarpmak… Kalbini boşa yorduğunu hissetmek acıtır insanın canını. O zaman toprak taşımaz bedenini. O zaman çağırır deniz en karşı konulmaz sesiyle. O zaman denize koşmak ister ruhun… Hafiflemek, dalgaların köpüğüne bırakmak kendini. Ve sen ruhunun sesine ses vermek istersin. Ona uymak, onun gibi hafiflemek... Eğer kırabilirsen zincirlerini… “Okudum, bitti bütün yazılmış öyküler, yenilerini yazmalıyım artık” dedi adam. “Ömrümde kimseden nefret etmedim, ama eğer istersen, senden edebilirim” dedi kadın. Sustu adam, sustu kadın. Gitti adam, kaldı kadın. Bitti sevda, yandı kadın. Koptu eller, acıdı yürek. Kızıl bir gelincik gibi kanadı yürek. Gel deseydi; bir gölge gibi giderdi peşinden adım adım. Gel deseydi; sadece bir gölge olmaya bile razıydı kadın.

SIKI YÜZÜCÜ

Resim
Bu Oğuz şahsiyeti her konuda pek bi cesur, pek bi yürekli, pek bi maharetlidir de iş su sporlarına geldi mi tırsar(dı) az biraz. Hepimiz denize girerken, bu minik kuş şezlonga sinmiş, havlusuna da sımsıkı sarınmış vaziyette oturmuştu deniz maceralarımızdan birinde. Biraz kendini aşıp, kumdan kale yapmaya karar verdi sonra. Lakin bunun için su lazımdı. Su alması için de denize yaklaşması gerekmekteydi. Yavrucak önce sevgili ailesinden yardım istedi. “Annecim, lüffen kovama su doldurabilir misin..” “Babacım, kovamı doldurur musun lüffen..” “Abiii ya n’olursun şu kovamı doldur ya lüffen yaaaa…” Ama hiç kimse yavrucağa yardım etmedi. Oysa o kadar da “lüffen” demişti. Baktı ki kimseden fayda yok. İyisi mi ben kendi işimi kendim göreyim düşüncesiyle ufaktan yanaştı suya. Lakin hafif de dalgalı deniz. Yavru mümkün olduğunca uzaktan, ayaklarını suya değdirmemeye özen göstererek doldurdu kovasını. Üstelik hain ve de gaddar aile bireyleri onu gülümseyerek izliyorlardı öylece. “Hadi bebeğim gel b

İLKİME

Resim
Sevdiceğim Sen böyle büyürken gözümün önünde Neredeyse unutuyordum Neredeyse bu hengamede kaybediyordum Neredeyse ihtiyarlayacaktım. İlkim, canım, oğlum On altıya adım atmanın nasıl bir duygu olduğunu hatırlattığın için sağol O tatlı heyecanı yeniden duyumsattığın için sağol Gençliğinle bana gençlik kattığın için sağol Sen benim kara üzüm gözlüm Sen kirpiğimin ucundaki billur damla Hep var ol hayatımda Nice genç telaşların olsun Hayatının her günü bir öncekinden güzel olsun Yeni yaşın kutlu, acı günün tatlı olsun.