Kayıtlar

Ekim, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

YAPAMAZSAN YOOOK...

Resim
Bu ara bütün evrakların fotokopisini alıp, asıllarının üzerine benzin döküp yakasım var. Kendimi köpük köpük dalgalara bırakıp tüm sıkıntılarımı denizde boğasım var. Yıllar evvel beni 7 eleven’da beklettiği için kendini affettirmek isteyen koca kişisine gülüp konsantrasyonunu bozan kendime küfredesim var. Kimine duyarlılık, kimine hıyarlık veriyor Allah diye insanları kategorize edesim var. Ağzımdaki sakızı şişirip şişirip arsız arsız patlatasım var. Çitledikleri çekirdeklerin kabuklarını yerlere atanlara, ayçiçeğini sapıyla birlikte yediresim var. Saçma salak insanlara gözlerimi belertip avazım çıktığı kadar hönküresim var. Halı, kilim ve bilumum ıvır zıvırı sokaklara döküp yıkayan, sonra da “ay bu yıl da su sıkıntısı olacakmış” diye sosyal konulara parmak basanların o parmaklarını müsait bi şekilde değerlendiresim var. Yapıp yakıştırasım, takıp takıştırasım var. Ulu Capon bilgesi Serdariki Ortaçsan gibi şeytana uyasım var. Kendimi sokaklara salıp, bayırlardan aşağıya yuvarlanasım var

YOLCU

Resim
Kalabalık şehrin günlük keşmekeşi, yerini yavaş yavaş karanlığın gizemli kollarına terk ediyor, sonbahar güneşi başka yerleri ısıtmak için iyiden iyiye uzaklaşırken, geride çözülmemiş sırlarla dolu, serin bir gece bırakıyordu. Şehrin izbe arka sokaklarından birinde yapayalnız bir kadın, elinde küçük bavulu, ağır aksak ama telaşlı adımlarla ilerliyordu. Gamzeli yanağına bulaşmış rimelini siliyor, belli ki az evvel döktüğü yaşların izini yok etmeye çalışıyordu. Gidiyorum sonunda ömrümün sekiz yılını geçirdiğim bu yerden. Bu son günbatımıydı seninle ey benden de yosma şehir! Bir daha güneşin doğmayacak rutubet kokan odamın küçük penceresine. Üç kuruşluk pespaye sevişmelerin tütün kokulu sabahlarına açılmayacak bir daha bu gözler. Bütün yıkık duvarlarımı sana bırakıp gidiyorum. Kırık kalbimi, hırpalanmış gençliğimi, gerçekleşmemiş düşlerimi de al senin olsun. Bir tek göz yaşlarımın kanıyla yıkadığım bedenimi alıp gidiyorum. Yola çıkıp bir taksi çevirdi. Zoraki bir gülümsemeyle “Otogar’a lü

GEH BİLİ BİLİ BİLİ

Resim
Birkaç zamandır kamuoyunu meşgul eden “Horoz” meselesine bir açıklık getirmek ve siz sayın okuyanları bir nebze de olsa aydınlatabilmek maksadıyla, mevzu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilsin ve aramızda gizli saklı bir şey kalmasın, e azıcık da keyfimiz yerine gelsin babında bu yazıyı yazıyorum meraklı okur kitlesi. Buyrun okuyun bakalım! Serin ama güneşli bir sonbahar sabahıydı. Bizim İncegül gişisi her sabah olduğu gibi işe gitmek için yola çıkmış, kâh sahilden sahilden denizi koklayarak, kâh kıyıdan kıyıdan çimende otlayarak, lay lay lom lom mutlu bir sevgi pıtırcığı şeklinde hoplayarak arşınlıyordu yolları. Lakin güneşin doğuşuna kadar uyuyamadığından, henüz gözleri tam olarak açılmamıştı o sabah. Uyku ile uyanıklık arası bir yerlerde, yıllardır ezberlediği aynı yolu bir şekilde rölantiye almış, vurmuş gidiyordu. İşte ne olduysa o anda oldu sayın okur. İncegül gişisi, bacaklarının arka tarafında bir gıdıklanma hissiyle önce yol ortası uykusunu hafifçe bölüp “amaaan mahallenin i

DAYAN HA DAYAN...

Resim
Bu aralar hayat pek de güllük gülistanlık değil maalesef. Bu kızın sevdiceği yakında iyileşecek. Bunun için siz de böyle bir şey yapmak istemez misiniz? İşte burayı okuyup belki de gencecik bir adamın hayatını geri verebilirsiniz. Buraya bakıp sevdiklerinin, sevenlerinin yüzünü güldürebilir, anacığının yüreğindeki ateşi söndürebilirsiniz. Dayan Anıl! Sakın pes etme! Daha düğününde göbecik atacağız yahu!

VATANIMIN BAŞI SAĞOLSUN

Resim
Yüreğimin ortasında kocaman bir kara delik Parmaklarımın ucu sızlıyor, saçımın telleri acıyor Hayat her halükarda devam etmiyor maalesef Nasıl ki, durmuş o analar için saatler Nasıl ki, gömmüşler kınalı kuzularını kara topraklar altına Yüreğimin ortasında kocaman bir kara delik Kirpiklerimin ucunda asılı kalmış tonlarca gözyaşı Hayat her halükarda devam etmiyor maalesef Gökler ağlıyor, toprak ağlıyor bugün Bırakın içim de ağlasın Ağlamakla yıkanmasa da acılar