Kayıtlar

Temmuz, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİR ÇİFT KUŞ KANADIDIR MUTLULUK

Resim
Öyle kıymetli şeyler vardır ki yaşamımızda, ölçüp biçmeye kıyamayız. Üzerine ne kelam etsek, az gelir, eksik kalır. Ömrümüzün cevahiri, altını, zümrütüdür. Kardelenden de nadide, koklamaya kıyamadığımız gülüdür. Aile deyince sözcükler ne kadar da aciz kalıyor. Bir ağız dolusu söylesen sesin ne kadar cılız… Annenin sarmalayan şefkati, babanın kollayan gölgesi, evlatların şenlikli neşesi… Huzur, güven, hiç bitmeyecek sevda... İki kişilik bir dünya kurarsın önce, kimse ilişmesin diye de sıkı sıkı duvarlar örersin. Sanırsın ki, burasıdır hayatın orta yeri. Çiçekler büyütürsün yaprakları tülden. İncinmesin diye sakınırsın onu herkesten. Yeşiller ekersin taş duvarların her yanına. Umudu, mutluluğu çoğaltırsın günle geceyle. Emek damlar toprağa, ıslanırsın yağmurların en güzeliyle. Altın başakların hasat zamanı gelince, kuşlar konar dallarına cıvıl cıvıl. Alır avucunun içinde saklarsın. Dudakların her değdiğinde narin gagalarına, çiçeğe dolanır, rengarenk açarsın. Az biraz kanatlanınca, çırp

YÜREKTEN GİDİŞİME DOKUNDU MAVİ

Resim
Bir asi dalga saçlarımda salınırken tel tel, yağlı urgan gibi boynuma dolanıyor en sevdiğim mavi. Son nefeslerim köpükleniyor yaşamın kıyısına. Yaban bir siyaha sarılıyor tüm renklerim. Çırpınmayı bırakıyor içimdeki kuşlar. Martıların sesi de duyulmuyor artık. Ruhum teslim ediyor kendini bedenlerin ağırlığına. Usulca dibe çöküyorum. Sesler suskunluğun toprağına kök salıyor. Sonra seni düşünüyorum. Gülüşlerin damlıyor kapalı gözlerime. Yüreğimde bir yudum yeşil sürgün veriyor. Bembeyaz, minicik çiçekler açıyor dallarımda. Uzatıyorum gökyüzüne; çaresiz ellerime güneşler yağıyor. Oysa sen sol yanımdaki ağrı, yaraların kapanmayışıydın. Karanlık gecenin korkulu sanrısı, ıssızlığım, yıldızsızlığımdın. Koşup gelemeyişim, özleyip ulaşamayışımdın sen. Uğraşımdın demirden perdeleri yıkmak için. Terimdin tenimde tuz tuz. Nafile çabalarımdın. Yine de siyaha akan mavilerim, en kapalı kapılarımdın. Bitiyor son rüzgarları isyanın. Tüm sevinçlerini toplamış da terk ediyor bahar dalı yaprağı. Çiçekler

SİGARASI YALDIZLI GELİYOR NAZLI NAZLI

Resim
Geri sayım bitti, sigara yasağı başladı güzel yurdumda. Vatana, millete hayırlı olsun. Öncelikle belirteyim ki tiryaki olmama ve yasaklara karşı alerjim olmasına rağmen, dumansızlaşma çabalarını desteklenesi bir hareket, hiç değilse iyi niyetli bir çaba olarak görmek istiyorum. Ne kadar manyak bir bünyeye sahip olursam olayım, oturup “tütüne övgü” düzecek değilim. Belli ki zararlı bir şey bu... Bunca doktor, bilim insanı yanılıyor olamaz ya. Lakin, kimse kusura bakmasın, bunun dakka başı gözüme sokulması, burnuma dürtülmesi hiç hoşuma gitmiyor doğrusu. Her aklı başında(!) insan evladı gibi ben de içtiğim zıkkımın nelere mal olabileceğinin farkındayım. Salak da olmadığıma göre “Sigara içiyorsun sen. Gebereceksin!” denilip durmasının bir anlamı da yok. “Ulen at kafası, ben geberecem de sen kazık mı çakacaksın?” diyerek bir tane daha yakmama neden olmaktan başka da bir işe yaramıyor. İlköğretimden itibaren Fen kitaplarında gösterimine başlanan ve vizyondan asla indirilmeyen, kararmış ciğe

İÇİMDE BİR GELİNCİK KANIYOR

Resim
Hayatın orta yerindeyim, İstanbul’un en karanlık vaktinde… Adım adım turluyorum geceyi rüyaların öldüğü saatte. Uzakta bir yıldız gülümsüyor halime. Korkuyorum dönecek yolumdan ya; vefalı bir dost gibi geziniyor peşimde. Ne yapsam önü sonu sana dolanıyor çıplağı ayağımın. Bir alaca havale oluyor evren üstüme. Yine karma karışık bir yaşamak görücüye çıkıyor İstiklal’de. Ha diyorum, ha!.. Beslemeliyim ruhumu biraz şarkı, bir parça şiirle. Haşim olmalı oğlum; onun gibi aşka gelmeli her akşam gündönümünde. Sevdaya coşmuş dizeler savurmalı gecesine kavuşan düşsüzlere. Ya da Nazımca isyan etmeli de; su, yosun, balık olmalı… Hatta belki kızılla mavi olmalı gruba âşık denize. İçimden uzağa düşüyor yine yaşamak. Bir parça Beyoğlu çikolatasıyla dilleniyor çocukluğum, uçurtmalar uçuruyor göğe; tam da balonların olduğu yere. Hani az daha küçülebilsem ah; sığınıverirdim anamın rahmine. Bir türkü tutturuyorum inceden; duyar mısın bilmem. Duyma da zaten. Ben öyle orta yere söylüyorum. Kendime mesela;

HAYDİ KIZLAR TATİLEEE

Resim
Memleketimin diğer güzide illerini bilemiyorum ama İstanbul İstanbul olalı böyle sıcak görmemiştir sayın izleyici. Hal böyle olunca İstanbullu da alıcılarının ayarlarıyla oynayıp frekansını tatil kanalına çoktan ayarladı. Bazısının ekranında palmiye ağaçları çıkarken, kimisine de necefli maşrapa görüntüsü kaldı yazık ki. Bakınız şekil a, İnce kişisi. Bu yıl sevgili eşcağızım, evimin direği, sıpalarımın babası, hayatımın anlamı koca kişisinin iznini ev mevzuuna feda etmesi, benim de iş yoğunluğundan kış izni kullanacak olmam hasebiyle, bizim tatil işi yine dibe yattı anlayacağınız pek sayın izleyici. Oysa ne hayaller kurmuştum. Herbişey dahil sistemli, nur topu gibi bir tatil rezervasyonumuz olacaktı en afillisinden. Cümbür aile dokuz yıldızlı bir otelin kapısından, üzerimizde en çiçekli şortlarımız, kafamızda kenarları en büyüğünden pempe şapkalarımız, gözümüzde yüzün üçte ikilik kısmını tamamen kapatan kocaman güneş gözlüklerimizle muhteşem bir giriş yapacaktık. Karga ailesi ile birli

NE İŞ OLSA YAPARIM YETER Kİ SİGORTASI OLSUN

Resim
Vakti zamanında, daha taş devrinin son demlerine yeni adım attığımız yıllarda, bendeniz gencecik bir hatun kişi idim. Okul hayatımın sonuna gelmiş, artık mesleğimi elime almış, hayallerimin peşinden koşma kıvamına ulaşmış idim. Daha tekerleğin icadını bile tahayyül edemediğimiz zamanlarda, takdir edersiniz ki teknolojinin bu boyutlara ulaşacağı aklımızın ucundan geçmezdi. Lakin ateşin bulunmasına çok sevinen annem, babamın avladığı bizonları, dinozorları misler gibi pişiriyor, kardeşlerim bu sırada ellerindeki koca sopalarla birbirlerinini kafasına vurmak suretiyle eğleniyorlardı. Velhasıl mutlu bir yaşantımız var idi. Ama heyhat, meslek seçimi tantanası, ailede küçük çaplı bir kriz, bir huzursuzluk yaratmıştı. Ben, her ne kadar iktisatla ilgili bir okul bitirmişsem de, kendi çapımda sanatla uğraşmak, mağara duvarlarına yazılar yazmak, resimler çizmek, ormanda yaşayan arkadaşlarımla amatörce kurduğumuz tiyatro grubunu geliştirmek; hatta profesyonel oyuncu olmak istiyordum. Oysa annem,

İLETMEZSEN ÖLÜMÜ YE

Resim
Canparelerim, cevizli lokum dolmalarım… Beni bilen bilir. Cep telefonuyla arkadaşlığım ekran poşetini bile çıkarmayacak kadar görgüsüz, bilinçsiz ve üstünkörü; bilgisıyırla dostluğum sadece yazmak amaçlıdır. Msn’yi dosya alışverişi için açar, bir iki arkadaşa selam verir, sonra yok olurum. Feyisbok desen hermime uğramaya çekinir. Maillerimi sorarsanız gelen kutusunda dörtyüzkırkbir okunmamış ileti olmasından da anlaşılacağı üzere aklıma gelmez kontrol etmek. Hal böyle olunca da şu “Bak iletmezsen bir gözün kör olur, bu iletiyi doksan dokuz arkadaşına göndermezsen yamulursun, ölümü gör ilet, bunu bana da göndermezsen arkadaş değiliz…” şeklindeki milyon tane FW mesaj da güme gitmekte elbette. Yani yakında çarpılırsam, başıma bir felaket gelirse, tümden arkadaşsız kalırsam şaşırmayın diye söylüyorum. Göndermesem de okuyorum bazılarını. Okuduklarımdan çok faydalandığımı da belirtmeden geçemeyeceğim. Beni bilinçlendirip gözümü açtı bu mesajlar. Bu nedenledir ki, gönderen arkadaşlarıma teşek