Kayıtlar

2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MERHABAYIN YENİDEN veee MASAÜSTÜ GÖRÜNTÜM

Resim
Nülgüzar aplaaaa! Hııı ne var gızııım, ne var guzuum... Gel az gel, bak sana ne dedikodular verceem... Abovvv, gızıım, biliyin, ben dedigoduyu heç sevmem, kamuoyunun merak ettiği gonuları aydınlatırım, hepisi o. Bir çeşit amme hizmeti beemkisi... Bilmem mi aplacııım. Bak şimdi, bu İncegül manyaa var ya, hastaymış biliyon muu... Anaaam, gız o hasta neyin olmaaz, bi yanlışın olmasın... Yok aplam, yook. Elinde bi torba ilaçla eczaneden çıkarken görmüş bizim Mühimcan. Bana dedi, Haspanaz bebeğim, bu sizin manyak İncegül var ya, harbi manyak ha... Gitmiş bi dünya ilaç almış... Vuaaavvv, akşam ortamlara mı akacek ne... diye aplacıım. Abbovvvv, hemi de ilaç gullanacak he mi? Vışşşş... Dimek durum ciddi. He valla apla, eczacı da benim eski kırıklardan ya, ona sordum, hem bronşit olmuş, hem sinüzit. Garda mı yatmış bu garı, ne etmiş bu kadar yaff. Ay Nülgüzar apla, bilmiyon mu, yalın ayak, başı kabak, ay ben sevgi pötürcüğüyüm, amanda uç uç kelebeğim, yağmurlarda ıslanırım diye diye şemsiyesiz

NAZLA BENİ AZICIK

Resim
Hiç nazlı bir hatun olamadım ben. Oysa anneciğimin biricik kızı, kara kuzusu, kimselere yakıştıramadığı nadide çiçeğiydim. İt gibi koşturup yorulsam da yorgunum diye ayağıma kadar hizmet beklemedim. Üst raflara yetişemiyorum diye uzun boylu erkek vatandaş aramadım. Zira bu minik halimle mutfak tezgahının üzerine bir şempanze misali tırmanıp sonra oradan düşüp çanağı çömleği kırdığımda, belimden aşağısı mosmor aylarca gezdiğimde bile şikayet etmedim. Hastayken de kendi işimi kendim gördüm, kimseden yatağıma kahvaltı beklemedim. Azıcık burnu aksa yatak döşek yatan narin hatunlar gibi, kocayı maymun etmedim etrafımda. İki çocuk doğurdum, hamile kaprisi yapmadım. Son günüme kadar evimin işini kendim yaptım. Karnım burnumun dibinde cam silerken, pencere ile burnum arasına sıkışan bebemin tekmeleri ve o sırada bana gelmekte olan arkadaşımın beni o halde görüp aşağıdan doğru “manyak karııı, allaaan geri zekalısııı, madem cam silinecekti, niye alo demiyon da tırmanıyon oralaraaa? Düş, geber. S

SİZE ANA DİYEBİLİR MİYİM...

Resim
Otuz dokuz derece ateşliyken gidip odanda sessiz sedasız uyumak varken, salondaki kanepede zıbarıvermenin yan etkisi nedir biliyor musun sayın okur? Halüsinasyon! Evet, evet, tam da bu işte! Hele acele etme, anlatıcam elbet. Ben gözlerim yarı açık, yarı kapalı, her türlü kötülüğe karşı tam savunmasız, gariban, öksüz, zavallı, hasta halimle, üzerimde battaniye, ter, her bi yanımdan ağır ağır süzülmekteyken, Nurü Yalço, en şehvani bakışlarını kuşanmış, elindeki taylot kadehini uzatıyor bana. “Nal” diyor, “senin için kaynattım, nihohahahaaaa…” Yanıma doğru iyice yaklaşırken, ropdöşambrının cebinden çıkardığı hapı üzerinden dumanlar tüten kadehin içine bırakıveriyor. O anda, “o elindeki zıkkım insanı zaten yarı baygın bir hale getiriyor, daha niye içine ilaç atıyon salak” diye düşünsem de bunu söyleyecek takatim yok. Çaresiz alıp içiyorum. Tam da bu sırada, ne zaman aldığımızı hatırlayamadığım piyanonun başında, koca g.tüne zorla tıkıştırılarak giyildiği belli olan, pilili mini eteğini çek

MİM MİM MİMİ MİMİ HANIM...

Resim
Ah benim güzel okuyucularım! Yoğun ısrarlarınıza “ah bize bir yeni yazıııı” diye inlemelerinize daha fazla dayanamadım ve hasta yatağımdan kalkıp sizin için, sızlayan parmak uçlarıma aldırmadan, kâh o harfe, kâh bu noktalama işaretine basıp duruyorum bu gece vakti. “Ne işin var hasta hasta bilgisayarın başında, git yat zıbar da iyileş bir an önce, manyak mısın be hatun!” Dediğinizi duyar gibiyim benim duyarlı ve de sevgi dolu okuyucu kitlem. Lakin mimine yandığımın dünyasında, gün geçmiyor ki yeni bir mim dalgası hepimizi uçsuz bucaksız evrenin sonsuzluklarında bir o yana bir bu yana savurmasın, gün geçmiyor ki bir mimin kolundan ötekine kızıl bir yaprak gibi titreye titreye düşmeyelim. O kadar çok mim geçti ki elimden şu âlemde, yakında mahallede adım çıkacak diye korkmuyor da değilim. “Anaaam, gız Haspanaz, aha bunun bööle, aile gadınıyım, yavrılarımın anasıyım pozlarına bahma heç. Benim oğlan geçen, teceviz sahneleri ararkene, sitesini mi neyini bulmuş, günahı boynuna habire mimliyo

PEMBE ELDİVENLER MASALI

Resim
Sonbahar çoktan bohçasını toplamış, kış, elinde bavulu kapıdan girerken, İstanbul’un ayaza çalan sabah serinliğini pek severim. Gecenin sisi daha kalkmamıştır şehrin üzerinden; bir ince tül gibi efil efil uçuşur. Esmer gövdelerinin olanca güzelliğiyle bir o yana bir bu yana dans eder yarı çıplak ağaçlar. Deniz bazen yalpalayıp dalgalansa da çoklukla dingindir. Bir duru genç kız gibi ürkek… Yeşil saçlarına çiğ damlamıştır toprağın. Akşam sefaları henüz boynunu bükmemiştir. Ama ortalık kararıp da ışık el ayak çekince sokaklardan; bu şiirsel tablonun silinme vakti gelmiştir. O zaman, sabahın o büyülü, soğuk güzelliği gider, lanetli bir hayalet gibi, gösterir kara yüzünü kış. Çile olur. Can yakar. Üşütür. Hele de içinde sobası yanan bir odada, kardeşlerinle koyun koyuna ısınma ihtimalin yoksa… Gecenin kara basanları üzerine çullanırken, seni saklayacak bir çatı hiç olmamışsa… İşte böyle karanlık, soğuk sokakların çocuğudur Ahmet. Kimi bir duvar dibinde; şanslıysa, bir bankamatik kabininde

VE ADAM... VE KADIN... VE YAĞMUR... VE KEDİ...

Resim
Sonbaharın turunç renkleri bir bir griye dönerken, iskelede oturmuş İstanbul’un kışa kesilmesini seyrediyorum. Elimde, bir zamanlar az daha büyük göstersin diye başladığım sigaram. Uzaklarda bir vapur feryat ediyor. Başımın üzerinden martılar geçiyor. Yağmur önce usul usul, sonra tutkuyla öpüyor Boğaz’ın solgun, yeşil gözlerini. Kıpır kıpır oluyor yaşlı, hayran olunası kızın kuleye kilitli yüreği. Ancak âşıkların görebileceği bir ışıltı var bu puslu manzarada; görüyorum. Dilimde acemaşiran bir bestenin hüzünlü nameleri… Bir balıkçı, nasırlı elleriyle ipini çözerken mavi teknesinin, acıyarak yüzüme bakıyor. İhtimal ki “Deli zahir” diyor. “Değilse, bu yağmurda, bu soğukta, ihtiyarın işi ne sabah sabah burada?” Çırılçıplak kalmış ağaçlar gibi titriyorum. Elimdeki yumuşak, kaygan kumaş parçası yüzüme değiyor. Saçlarının kokusu karışıyor iyot ve yosun kokusuna. İnce belli bir bardakta tavşan kanı çay oluyor kızıllığı; ısınıyorum. Ayaklarımın dibinde bir kedi ağlıyor. Sırılsıklam olmuş, don

NE ALIRSAN Bİ' MİLYON

Resim
Kadın milletinin yüzyıllık tutkusudur alışveriş. Bazen gerçekten ihtiyaçtan, çoğu da günün birinde nasılsa lazım olur mantığıyla alınsa da genelde amaç, hatunun içsel huzuru yakalaması, ruhunu günlük hayatın kirinden pasından arındırması, kalben ve fikren zirve yapmasıdır, ki bu da zorlu yaşamında bir çeşit motivasyon olacaktır kendisine. Para verip mutluluk satın alır bir nevi. İndirimden alınan ve asla kullanılmayan ıvır zıvırı köklü temizlikler sırasında siyah ve battal boy çöp poşetlerine doldurup içi sızlayarak attığı da görülmüştür çok zaman. Ama olsundur, bunu bilmek bile bir kadın kişisini yıldıramazdır. Bu türün en belirgin özelliği ve vazgeçilmezidir alışveriş. Birkaç yıl evvel hayatımıza giren, ne kadar kalitesiz Çin malı zımbırtı varsa bir araya toplanıp ‘ne alırsan bi’milyon’ mantığıyla satılan çok da cezbedici olan mağazalar bu çılgınlığın ve krizlerin atlatılması babında en ucuz ve en can kurtarıcı olması hasebiyle çok sevdiğim yerlerdir. En çok on yetale harcayarak, bi

SÖYLE BAKALIM İNCEGÜÜÜL... NİYE BLOG YAZIYON

Resim
Bu, şu anda linkine tıkladığınız güzel hatun , "incegül gişisi, ne içün blog yazıyon, nedir derdin, ne yapmak istiyon, maksadın, niyetin nedir senin, hangi örgüte çalışıyon, bre mel'un de bi git ya, bi rahat bırak bizi ya" manasında bi' sobeyle beni sahnelere davet etmiş. Elbette ki bu nazik daveti geri çevirmek, benim gibi hanımefendi gişiliğinden ödün vermeyen bir şahsiyet için düşünülesi bile olamaz diyor, londranın yukarı köylerinden birinden bildirmeye başlıyorum efenim. De haydin okuyak hep barabar! Daha küçücük bir kız çocuğuyken, sürekli konuşan, geveze mi geveze bir şahsiyettim. Hatta konu-komşu konuşturup kasede alırlardı sesimi. O kadar çok söyleyecek sözüm vardı ki… Sonra okullu oldum, sınıfları doldurdum. Şaka değil; gerçekten doldurdum. Canım örtmenim, artık canına tak ettiği anlardan birinde, beni kapının önüne çıkarmıştı susayım diye, hiç unutmam. Bizim sınıfın tahta kapısının üst tarafında, böyle gemilerin kamara penceresi gibi yuvarlak bir cam var. B

DÜŞ DE GÖR...

Resim
Yine kamuoyunun merak ve heyecan içinde beklediği(!) bir konuyu aydınlatmak, bilgi vermek amacıyla burada toplaşmış bulunuyoruz efenim. Hani şu arife günü kendini sakatlayan hatun var idi ya; ondan ve olayın gelişiminden bahsedelim dilerseniz. Haydi bahsedelim… Her bayram olduğu gibi o bayram da tam Türk işi bir hatun, arife gününe sıkıştırmıştı ne var ne yoksa. Malum o hem çalışan kariyer sahibisi bir iş kadını, hem tertipli, temiz, titiz bir ev kadını, hem de aynı zamanda fedakar cefakar bir anne olmaya çalışan, bu esnada da hayırlı bir evlat olmak için yırtınan ve bunların hiçbirini tam teşekküllü yapabilemeyen bir nevi dolap beygiriydi. Öncelikle sabahtan temizliğini yapmış, sonra anneciğine gidip ona yardım etmiş, sonra bir iki kap bir şey pişirmiş, en son da kardeşleriyle buluşup çocuklar için alışveriş yapmaya karar vermişti. Bütün bunları hallettiğinde saat henüz öğleden sonra on dört sularıydı meraklanmayınız. Hatun –tatil bile olsa- kargalardan evvel yataktan çıkmazsa, asla i

İNSAN SARRAFIYIM BEN...

Resim
Bir bakışta insanları şıp diye anlayıveren şahsiyetlere hayranımdır. Örneğin annem… Şöyle bir dudağını büküp, yan bakışını atar ve analizi tamamlayıverir on saniye içinde. “Yaramaz kızım bu kişi” ya da “ hıh işte bu iyi bir yavrudur” şeklinde yorumunu da yapıp imzayı koyar. İşin ilginci, hiç şaşmaz. Milim sapmaz. Yahu bi insan evladı, bir anne kişisi hiç mi yanılmaz? Bazen bu hatunun, beynine çipler yerleştirilmiş, “haydi tifidus 37, seni insan ırkını incelemek için dünyaya gönderiyoruz biiip… adın da bundan kelli N.Sultan olsun biiip” şeklinde aramıza sokulmuş, uzaylı bir casus olduğundan şüphelenmiyor da değilim. Böyle şahıslara, eğer uzaylı falan değillerse, halk arasında biz ‘insan sarrafı’ diyoruz. Hani altının kıymetini sarraftan başkası anlamaz ya. Çamurun içinde bile olsa anlar sarraf, bilir. Bilir ki o değerinden bir şey kaybetmemiştir. Eğilir, alır oradan. Biz hijyenik sebeplerden dokunmayız bile. Keza, bi b.ka yaramaz madeni de şıp diye, bir göz darbesiyle çözüverir sarraf.

DOSTLARIMA...

Resim
Bir çok arkadaşım beni bu güzel ve anlamlı ödüle layık bulmuş. Öncelikle kendilerine teşekkür ediyor ve ben de üzerime düşeni yapıp bu ödülü sahiplerine dağıtmak istiyorum. Beni, iyi günde, kötü günde, gülerken, ağlarken, düşünürken, sinirlenmişken, sakinken, mutlu olduğumda, üzgün olduğumda hiç yalnız bırakmadınız. Gerçek dostum dediklerim bile sırtını döndüğünde siz hep yüzüme baktınız. Sizleri gerçekten çok seviyorum. Bu dostluk ödülünü tek tek hepinize verirken; gerçekten, ta yüreğimden gelen sevgimi kabul etmenizi rica ediyorum. En içten, en samimi duygularla, sevgi ve dostlukla...

YAPAMAZSAN YOOOK...

Resim
Bu ara bütün evrakların fotokopisini alıp, asıllarının üzerine benzin döküp yakasım var. Kendimi köpük köpük dalgalara bırakıp tüm sıkıntılarımı denizde boğasım var. Yıllar evvel beni 7 eleven’da beklettiği için kendini affettirmek isteyen koca kişisine gülüp konsantrasyonunu bozan kendime küfredesim var. Kimine duyarlılık, kimine hıyarlık veriyor Allah diye insanları kategorize edesim var. Ağzımdaki sakızı şişirip şişirip arsız arsız patlatasım var. Çitledikleri çekirdeklerin kabuklarını yerlere atanlara, ayçiçeğini sapıyla birlikte yediresim var. Saçma salak insanlara gözlerimi belertip avazım çıktığı kadar hönküresim var. Halı, kilim ve bilumum ıvır zıvırı sokaklara döküp yıkayan, sonra da “ay bu yıl da su sıkıntısı olacakmış” diye sosyal konulara parmak basanların o parmaklarını müsait bi şekilde değerlendiresim var. Yapıp yakıştırasım, takıp takıştırasım var. Ulu Capon bilgesi Serdariki Ortaçsan gibi şeytana uyasım var. Kendimi sokaklara salıp, bayırlardan aşağıya yuvarlanasım var

YOLCU

Resim
Kalabalık şehrin günlük keşmekeşi, yerini yavaş yavaş karanlığın gizemli kollarına terk ediyor, sonbahar güneşi başka yerleri ısıtmak için iyiden iyiye uzaklaşırken, geride çözülmemiş sırlarla dolu, serin bir gece bırakıyordu. Şehrin izbe arka sokaklarından birinde yapayalnız bir kadın, elinde küçük bavulu, ağır aksak ama telaşlı adımlarla ilerliyordu. Gamzeli yanağına bulaşmış rimelini siliyor, belli ki az evvel döktüğü yaşların izini yok etmeye çalışıyordu. Gidiyorum sonunda ömrümün sekiz yılını geçirdiğim bu yerden. Bu son günbatımıydı seninle ey benden de yosma şehir! Bir daha güneşin doğmayacak rutubet kokan odamın küçük penceresine. Üç kuruşluk pespaye sevişmelerin tütün kokulu sabahlarına açılmayacak bir daha bu gözler. Bütün yıkık duvarlarımı sana bırakıp gidiyorum. Kırık kalbimi, hırpalanmış gençliğimi, gerçekleşmemiş düşlerimi de al senin olsun. Bir tek göz yaşlarımın kanıyla yıkadığım bedenimi alıp gidiyorum. Yola çıkıp bir taksi çevirdi. Zoraki bir gülümsemeyle “Otogar’a lü

GEH BİLİ BİLİ BİLİ

Resim
Birkaç zamandır kamuoyunu meşgul eden “Horoz” meselesine bir açıklık getirmek ve siz sayın okuyanları bir nebze de olsa aydınlatabilmek maksadıyla, mevzu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilsin ve aramızda gizli saklı bir şey kalmasın, e azıcık da keyfimiz yerine gelsin babında bu yazıyı yazıyorum meraklı okur kitlesi. Buyrun okuyun bakalım! Serin ama güneşli bir sonbahar sabahıydı. Bizim İncegül gişisi her sabah olduğu gibi işe gitmek için yola çıkmış, kâh sahilden sahilden denizi koklayarak, kâh kıyıdan kıyıdan çimende otlayarak, lay lay lom lom mutlu bir sevgi pıtırcığı şeklinde hoplayarak arşınlıyordu yolları. Lakin güneşin doğuşuna kadar uyuyamadığından, henüz gözleri tam olarak açılmamıştı o sabah. Uyku ile uyanıklık arası bir yerlerde, yıllardır ezberlediği aynı yolu bir şekilde rölantiye almış, vurmuş gidiyordu. İşte ne olduysa o anda oldu sayın okur. İncegül gişisi, bacaklarının arka tarafında bir gıdıklanma hissiyle önce yol ortası uykusunu hafifçe bölüp “amaaan mahallenin i

DAYAN HA DAYAN...

Resim
Bu aralar hayat pek de güllük gülistanlık değil maalesef. Bu kızın sevdiceği yakında iyileşecek. Bunun için siz de böyle bir şey yapmak istemez misiniz? İşte burayı okuyup belki de gencecik bir adamın hayatını geri verebilirsiniz. Buraya bakıp sevdiklerinin, sevenlerinin yüzünü güldürebilir, anacığının yüreğindeki ateşi söndürebilirsiniz. Dayan Anıl! Sakın pes etme! Daha düğününde göbecik atacağız yahu!

VATANIMIN BAŞI SAĞOLSUN

Resim
Yüreğimin ortasında kocaman bir kara delik Parmaklarımın ucu sızlıyor, saçımın telleri acıyor Hayat her halükarda devam etmiyor maalesef Nasıl ki, durmuş o analar için saatler Nasıl ki, gömmüşler kınalı kuzularını kara topraklar altına Yüreğimin ortasında kocaman bir kara delik Kirpiklerimin ucunda asılı kalmış tonlarca gözyaşı Hayat her halükarda devam etmiyor maalesef Gökler ağlıyor, toprak ağlıyor bugün Bırakın içim de ağlasın Ağlamakla yıkanmasa da acılar

BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

Hepinize mutlu, huzurlu, sağlıklı bir bayram dilerim. Ailemizle, yavrularımızla, tüm sevenlerimiz ve sevdiklerimizle birlikte Nicelerine ermek umuduyla... Sevgiler en kocamanından... Not: Bayram şekeriniz de benden olsun.

HAYDİN TEY TEY

Resim
Anneee Lori bu gün bana çok güzel şeyler öğretti he. Anam Lori’de kim be? Yavruma Dingiliz dadı tuttum da haberim mi yok? Ulen bu ihtiyarlık ne zor şey he. Unutkanlığın sınırlarında yaşıyorum resmen. Biz zengindik de ben mi unuttum yoksa? O zaman niye bütün işlere ben koşturuyorum. Bir de Urus hizmetçi tutalım hemen. Lori kim yavrucağım? Anneee.. şimdi Lori televizyonda çıkıyo, resim çizmeyi öğretiyo. Bak dur sana gösteriyim çizdiklerimi. Annem dur yemeğin soğuyacak. Sonra gös…. Gitti hipermanyak. ---------------------------- Baaak bunu bu gün çizdim. Pek güzel olmuş oğlum. Ne kadar güzel bir cami. Pıhhhhh… anne sen çok komiksin he. Niyekine? Güzel değil mi yani? Ben beğendim. Şimdi ben ne söyledim de komik oldum canım oğlum? Niye dalga geçiyon ihtiyar ve de gariban ve de muhtemelen alzaymır ananla? O cami diil ki. Şato şato. Uyansana hatun. Lori diyo adam. Elin Lori’si ne bilsin cami falan. Hidayete mi ermiş? Heee… doğru ya. Prenses neyin göremeyince anlayamadım kusura kalma. Çok güze

ATEŞ

Resim
Bin yıllık kavgasıydı dalgaların kayalıklarla. Gün be gün eriterek her bir parçasını, usul usul sulara katıyordu. Martılar sesi oluyordu kayaların; ağlıyordu. Belki kuşların kanatlarına asılı kalmıştı gülüşü adamın, bu hengâmede onu arıyordu. Bir yandan da gözyaşlarını denize katıyordu. Kurgusu baştan yapılmış bir öykü müydü yaşadıkları? Okunup bitmişti öyle mi? Gözlerinin önünden geçiyordu hayatının özeti. Yıllarca gerçek sandıklarının bir bir yalana dönüşmesini seyrediyordu şimdi. Sigarasından kahırlı bir nefes daha çekip duman olan geçmişine son bir bakış attı. Usulca kalktı oturduğu ıslak, soğuk banktan. Paltosunun yakasını yukarıya kaldırdı. Üşümüştü. Her adımda biraz daha arındığını hissederek, kirpiğinde günlerdir sakladığı çiğleri toprağa dökerek yürüyordu. Oysa ne çok mutluluk paylaşmışlardı. Ya da o öyle sanmıştı. Kara bir sevdayı beyaza çevirmişlerdi birlikte. Yine beyaza çevirebilecekleri bir kış daha gelmişti işte. “İki çocuktuk biz” diye fısıldadı. “Birlikte büyüyorduk.”

ANADOL'UNU SATMAYAN ASABİ BİLGE

Resim
Bendenizim demiş ki: “Söyle bana a canım, nedir ev hali içinde nefret edilesi durumlar? Yanıtlayalım efenim; dilimiz döndüğünce, elimiz erdiğince! Bir hatun kişisi düşünün şimdi! Düşünün ki, kargalar henüz kahvaltı için sıcak ekmek, poğaça, börek tedarik etme derdindeyken uyanır, yavrularını selametle okula uğurlar, koca kişisini işine postalar, evini derler toplar, sonra da kös kös yollara dökülür. Bu esnada karga ailesi çayı yeni demlemiş kahvaltı masasına bile oturmamıştır henüz. Belki baba karga daha eve bile varmamış, pastanededir kim bilir? Mesaisi bitince ağzı kulaklarında, gidip şöööyle ayaklarını uzatmayı, çayını, kahvesini, soğuk bi’ drinkini, - artık Allah ne verdiyse- alıp eline, yorgunluk atmayı düşleyerek, yeniden, geldiği yoldan evine geri dönmeye başlar hatun. İşin tuhafı; bu anlamsız hayali, istisnasız her akşam, bıkmadan, usanmadan kurmasıdır. Salak mıdır; değildir. Hatta yaşına göre zeki bile sayılabilir. Lakin ‘umut fakirin ekmeği, ye Mehmet ye’dir. Heyhat! Hayat a

KİM KAÇ YETAAALE İSTİYOR

Resim
Buzda kaydırıp kafa göz yardırdılar, şarkılar söyletip düetler yaptırdılar, askerlik adı altında türlü işkenceler yaptılar, hatta hayatında gördüğü en doğa yer Türkbükü olanlarını kuş uçmaz kervan geçmez bir çiftliğe kapatıp inek bile sağdırdılar! Zavallı ünlümsülerimize her b.ktan yüz gram yedirme çabasındaki medya dünyası, bir ara da “it terbiyecisi” olarak çıkardı karşımıza kendilerini. Eski yarışmacıları kırpıp sunucu etmişler, müzmin jüriyi metamorfoza uğratıp yarışmacı yapmışlardı hatırlarsınız. Yalnız hatunun değişimi sadece titrinde değil. Suratı da korku filmi kıvamında, bir çeşit alyen olacak şekilde evrim geçirmiş idi. Botoks sen nelere kadirsin! Üzerlerinde şıkırtılı, ışıltılı kostümleri ile zavallı köpeciklere bir takım hareketler yaptırmak suretiyle performanslarını! sergiledikleri bu yarışmanın ulvi amaçlar güttüğü iddia edildiği için, üzerine fazlaca yorum yapmak istemiyorum. Varsın bir de hayvan bakıcılığını denesinlerdi. Bir o eksik kalmıştı çünkü. Yalnız N.uri Al.ço

HAYAL KURANI DA KURMAYANI DA SEVERİM

Resim
Sabahın erken saatleri, güneş henüz yeni yeni ısıtıp aydınlatıyor yerküreyi. Pencereden sızan ışıkla gözleri kamaşıyor kadının. Efil efil esen sabah rüzgarının ritmine kaptırmış raks eden dallara ilişiyor ilkin gözleri. Bir çırpıda fırlıyor yataktan. Mis gibi kaynak suyuyla yüzünü yıkayıp bahçeye çıkıyor usuldan. Yeni yeni kızarmış domatesleri, mis kokulu salatalıkları koparıp dalından, ahşap bahçe masasına güzel bir kahvaltı hazırlıyor. Ortancalar, nergisler, sardunyalar rengarenk... İçi açılıyor kadının. Toprağın ve denizin kokusunu ciğerlerine çekiyor derin derin. Alabildiğine yeşil, alabildiğine mavi ve alabildiğine huzur... Bir yol lokantası işletir kadın hayat arkadaşıyla birlikte. Yolcular... Gelirler... Giderler... Kalıcı değildir hiç biri. Her gün yeni yüzler, başka seslerle, yeni bir maceradır onun için. Her gün başka başka hayatlar tanır ve bunu sever kadın. Sahilde uzun yürüyüşler yaparlar kendilerine kalan vakitlerde. Geçmişi konuşurlar. Çocuklarını anlatırlar birbirlerine

BENİM YAVRUM ARTİZ OLACAK

Resim
Blog aleminin şimdilerdeki sobe mevzuu 'özenti, özenmek ve gençlik'. Pas Mehtap'tan geldi. Değerlendirelim efenim. Medyanın körüklediği, sosyal ortamın fişeklediği, teknolojinin desteklediği ‘özendirme’ vukuatları evvel zamanda, evden kaçıp artiz olabilitesi mevcut kız çocuklarımızın ve onların ailesinin çok canını sıkmıştır. Onlar, ses dergisinde okudukları, bohçasını sırtlayıp Yeşilçam yolunu tutmuş olan bir iki nadide örneğe özenmişlerdir masumane . Lakin herkes siyah-beyaz artizler kadar şanslı olmayabilirdir. Kiminin karşısına, Göksel Arsoy çıkarken, bir çoğunu da elinde gazozuyla Nöri Alço karşılayabilirdir. Nice Türk filmine de konu olmuş bu hikayede, bu saf kızlardan kimi uyuşturucuya alıştırılmış, bazısı tecavüze uğramış ve sonunda çoğu hayatın yazdığı senaryolarda ancak figüran olarak birer rol kapabilmişlerdir. Neyse ki günümüzde yavrularımız tek başına bırakılmamaktadır. Onlara başka yöntemlerle ünlü olmanın yolları el birliğiyle anlatılmaktadır. Bu kadar çabay