Kayıtlar

Mayıs, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

DİYETİM GELDİ NİYETİM GELMEDİ

Resim
Bu günlerde blog aleminde bir diyettir almış başını gidiyor. Malum yaz geldi-gelecek. Millet bikinileri çekip havuz başında, plajda salınacak. Kışın alınan kiloların acilen verilmesi gerekecek. Biz de kışın boş durmadık elbette. Vicudumuzdaki bazı bölgeleri bolca yağlandırdık çok şükür. Lakin rejim bana ters. Hayatım boyunca hiç yap (a) madım da zaten. Öyle bir dilim ekmek, yanına yağsız tuzsuz peynir, hıyar, domatesle öğün geçirebilirim belki, ama ya tatlı işi nasıl olacak? Tatlı yemeden nasıl mutlu edilir bünye bilemiyorum. Sabah kalkar kalkmaz, hatta sabah olmasını da beklemeden gece bir vakit uyanıp dolabın başında tatlı aşıran bir hatunun diyetle ne işi olur sorarım size? Tatlı konusunda aşmış, şaşırmış ve de etraftaki insanceyizleri epeyce şaşırtmış bir şahsiyet olarak, bu konudaki kapasitemin ne kadar yüksek olduğunu anlatabilmem ve de anlayabilmeniz zor olabilir kanaatimce. Yine de şöyle açıklamaya çalışayım: Efenim bir seferinde azıcık hamileyim. Cancağızım muzlu pasta istemek

HARBİDEN GERÇEKALTI DİYALOGLAR

Resim
Hayatım barok bejine ne dersin? I-ıh… Çok koyu… Bak bu da İstanbul beji??? Yok ya… Bu da çok açık… Bak bu güzelmiş he? Krem mi yapıcaz yani? Yok beğenmedim. Yeşil istiyorum ben. Ama canım, yeşil renk, koltuklarımıza uymaz ki. Allaaa allaaa ya… Doğa yakıştırmış, iç içe koymuş yeşille kahveyi, bize mi kaldı ‘bunlar birbirine uymuyo’ demek? Bu konuda polemiğe girmiycem hatun seninle. Heh bak bu iyi gibi… Bu ne ya??? Zaten koltukları da yeşil istiyodum ben. Canımın içi, zaten attığımız koltuklar da yeşil diil miydi? Olsuuun… Zırrrrr… zırrrr…. Aloooo!!! Apla, kıız… Bak kum beji alın. Çok güzel duruyo. Hem koltuklara da uyar. (Yakacam len bu koltukları. Ömrümü yedi be!) Bak bak bu renge de hayır demezsin herhalde. Çok güzelmiş ya… Hııı güzel, güzel… Tamam, anlaşıldı, usta sen bize yeşil ver… Fosforlu olmayanından. Hehehehe… Ya onu atma bari ya… Ben kullanıyodum. Aman ne kullanıyodun? Bin senedir kitaplığın arkasında durup duruyo. Kızım, o gömlekler daha yepyeni, niye atıyosun ki? Çünkü boşu

YANIK

Resim
Uzak bir sahilde, bir kadın yaşarmış. Gözlerinin bebeğinde hüznün karasını taşırmış. Kadın her sabah gün doğumunda, güneşi kucaklarmış. Balıkçılar ‘vira bismillah’ derken kadını görür, şaşarmış. Kadın hiç aksatmadan, o sahilde yeni günü karşılarmış. Kadın, balıkçıları görür, ağlarmış. Gözyaşlarını suya, hıçkırıklarını martı çığlıklarına katarmış. Bir avuç kahırmış onunki, bir avuç mutluluk ararken bulmuş… Bırakmamış. Kadın her sabah, avuçlarındaki yangını söndürmek için güneşi tutarmış. Uzakta bir sahil, sahilde bir kadın, kadının yüreğinde bir yara… Kanar babam kanarmış. Kadın avuçlarmış yüreğini her sabah, denize salarmış. Kadının bedeni sahilde, yüreği denizde kalmış. Kadın acıya eş, kalbinde bir ateş, ellerinde güneş… Yanarmış da yanarmış. Yıllar evvel Nazım’ın Benerci’sine ağlarken, “bir gün ben de böyle ‘yalın’ kelimelerle, ‘derin’ bir şeyler yazabilir miyim” diye düşünmüştüm. Binlerce fırın ekmek yesem, böyle bir şeyin mümkün olmayacağını bilecek kadar kendinden haberdar bir ins

ARA SIRA ARA ARA ARA...

Resim
Bir Günlükçünün görevi yapılamayanı yapmak, gidilemeyene gitmek, görülemeyeni görmek; kısaca tabuları yıkmak değildir elbette. Lakin taşın altına elin sokulması, suya, sabuna dokunulması, bir kısım okuyucunun cesaret edemeyeceği şeylerin de yapılması gerekmektedir belki de. Günlükçü olmak, sorumluluk ister değil mi? Bunun içindir ki, müessesemiz hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış, sizler için bünyesindeki en nadide elemanlarını görevlendirmiş ve yine absürd bir araştırmanın altına imza koymuştur. ‘Size mi kaldı len bu işler’ deme ey okur! Müessesemiz büyüyünce ‘De.şifre’ olacaktır. Muhabirimiz İncegül, her Pazar olduğu gibi o gün de, horozlar yeni ötüşlenip, karga ailesinin baba kişisi fırına sıcak ekmek bakmaya gittiği sıralar uyanmış, henüz herkesler fosur fosur uyurken kalkmış koca kişisini uğurlamış, biraz ev işi ile meşgul olmuş, sonra mahalleyi turlamış, evlerden horultudan başka ses çıkmamasına sinir yapmış, yuvasına dönüp yavrucakları için sıcak poğaça pişirmiş ve en son olarak ba

BENİM RUHUM GENÇ

Resim
Kız Allah müstahakkını versin İncegül. Çıkma dedim kaç kere sana şu tepelere. Bak yine kaldın. Hadi bakayım nasıl inecen aşağıya… Bak koca kişisi, beni sinirlendirme! Valla atarım elimdeki sabunlu bezi kafana. Duvarlar leş olmuş leş. Silmeyim mi yani? Yeni boyamadım mı ben o duvarları yahu? Ne çabuk kirlenmiş. Heee boyadın doğru… gözün de iyice görmez oldu senin. Birazını boyamışın da, bir kısım yerini es geçmişin işte. Duvarlarımız sayende Pikaso’nun tabloları gibi rengarenk oldu. Haydi iki renk neyse de, nasıl gidip dokuz ayrı renk boya almayı becerdin, onu hala anlamış değilim zaten. Sen kendine bak bi kere. Geçenlerde caaanım yün hırkamı, doksan derecede yıkayıp, düdük gibi çektiren sen değilsin sanki. Benim gözlerim görmüyo ya… sen artık iyiice bunadın. Hadi hadi çok konuşma da, inmeme yardımcı ol şu merdivenden. Sana kaç zamandır söylüyorum dimi, doğru dürüst bi merdiven alalım diye. Bak inip çıkması da zor oluyo işte. Yoksaaa… ben bunun tepesinde maymun gibi oynarım be. Tut elim

MASAL BİTER MASALCI SUSAR

Resim
Bebeğim! Sana anlattığım bütün masalların sonu hep mutlu bitti, biliyorsun. Kocaman devleri, kötü kalpli cadıları, hain kurtları hep alt ettik birlikte. Kimi bir sarayda mutlu, mesut şarkılar söyledik, kimi ormandaki kulübemizde şen şakrak sofralarda yemek yedik. Sen minik keçi yavrusu oldun, saatin arkasına saklandın. Ben pamuk prenses oldum, öptün de uyandım. Pinokyo da olmadın değil arada… seni küçük yalancı! Kırmızı Başlıklı Kız’ın yol arkadaşı, Kül Kedisi’nin can yoldaşı olduk seninle. Pamuk Nine’nin pamuktan yastıklarını bıkmadan, usanmadan silkeleyip yüzlerce sabah, gecelerimize pamuktan karlar yağdırdık birlikte. Sen İnci prensesin göz yaşlarından kolyeler taktın boynuma, ben seni yılda bir açan çiçek gibi incitmeden kokladım, parmak çocuk gibi atlaslara ipeklere sarıp, sakladım koynuma. Şimdi masalımıza hiç bilmediğimiz kötü kalpli yaratıklar musallat olsa da… Olsun… Masal bu ya… Meraklanma küçüğüm! Hayat o kadar da acımasız olamaz ya. Bir minicik kalbin solmasına izin verir m

PAPATYA BAHARI

Resim
Sevgli Yıldız Yağmurları ve Geveze Kalem önderliğinde, a matör yazı gönüllülerinin bu günlere taşıdığı kelime oyunumuz da tüm hızıyla Öykü Atölyesi 'nde sürmekte. YALIN demiş Sardunya Bakalım ne çağrıştırmış bu yürekte... -------------------------------------------------------------------------------------- Uğultulu bir sessizlik, kalabalık bir yalnızlık ve derin bir huzursuzlukla seyrediyordu yeşili. Karmakarışıktı… Bir o kadar da bulanık… Bahçenin orta yerindeki pembe gül, narin ve ince yapraklarıyla, bulutların arasından ara sıra göz kırpan güneşi selamlamaktaydı. Nergislerle sardunyalar en parlak renklerini bahara katıp birbirleriyle yarışıyorlardı sanki. Papatyalar her zamanki sadelikleriyle donatmıştı toprağı. İddiasız, zarif ve bembeyaz. Gözü yolda, eli telefonda bekliyordu… Bahçeyi evle kavuşturan kapının dibinde öylece, sadece bekleyebiliyordu. Ne çaresiz bir sözcüktü beklemek. Sonra bir acı sesle irkildi. Telefon çalıyordu nihayet işte. Bu beklediği, özlediği haber olmal

OĞULA MEKTUBUMDUR

Resim
Bizim bir Atölyemiz var artık. Öykü Atölyesi . Bilmeyen, bilmek isteyen, katılmak isteyen, ya da sadece okumak isteyen dostlara kapısı açıktır. Fotoğrafların dili olmak ise, yeni çalışmalarımızdan sadece biridir. Fotoğraf, Selahattin Sönmez'e ait. (Turkish Daily News) basın fotoğrafları, serbest fotoğraf dalında 1.'lik almış ve bunu gerçekten hak etmiş bir hayat karesi. Aşağıdaki de bendenizin bu fotoğrafa bakınca yüreğine yansıyanlardır. Oğul! Can Oğul! Ne çok vakit geçmiş ben güneşin doğuşunu bir sahilde seyreylemeyeli. Ve ne çok güneş doğmuş, uykusuz gecelerin sonunda sıza kalıp göremediğim. İnsan günleri, yılları saymayı da bırakıyor bir zaman sonra. Çentik atmaktan vazgeçeli de çok oldu. Ne sabır kafi geliyor buna, ne de koğuşun rutubetli duvarları. Osman ilk mektebe henüz başlamıştı, Hasan da kırklı bebeydi ben özgürlüğümü demir kapının önüne bıraktığımda. Şimdi şu tepede nöbetimizi tutan asker kadar olmuştur Osman’ım. Torun tombalak koca adam olmuş da, biz adam olamamışı

İSTER TANIRIM İSTER TANIMAM

Resim
Sevgili can kuşu Tabiat Ana beni sobelediğinden beri düşünmekteyim. Hangi çılgın hatunlar bu bünyeyi etkilemiş, kimler kanıma girmiş olabilir diye. Zira normal, standart, öyle hanım olayım, etliye, sütlüye karışmayayım, amaaaan dünya yansın, yeter ki benim bir kalbur samanım sağlam kalsın derdinde, haydi benim güzel sürüm, sen nereye ben oraya rahatlığında bir kadın kişisi olamadım hayatımın hiçbir evresinde. İstemedim mi? İstedim. Bazen bünye ihtiyaç duymuyor mu rahat bir nefes almaya? Duyuyor elbet. Ayrık otu kıvamında bir tatla yaşamak da zor iştir vesselam. İlkokulda çekilmiş şu toplu katliam resimlerinin hepsinde ilk bakışta ‘ahan da bizim deli’ diye teşhis edilebilecek bir farklılık yaratmışımdır mesela. Bunu bilinçli yaptığımı düşünmüyorum. Siz de düşünmeyiniz. Yaratılış böyle ne edersin! Benim normalim de bu olduğundan, birisi çıkıp ‘sen niye böyle yapmışsın, bak burada herkes böyle, sen şöylesin’ demeden, o farkı fark etmem bile ben! ‘Mükemmel, harika, süper ve de hiper biriyi

UMUT

Resim
Ey Hayat! Ey benim belalı başım! Bir ağaç gibi saldım toprağına köklerimi. Kimi köklerimi çürüttün içten içe, kimi dallarımda çiçekleri. Kör kuyulara attın bedenimi, zifir karanlıklarda bıraktın yüreğimi. Boynuma zincir, ayaklarıma pranga oldun kimi zaman. Kimi de dermansız bıraktın dizlerimi. Hayat, Ey Hayat! Benim kaypak arkadaşım. Çokça yarı yolda bıraktın. Bir acı dost sözüyle, bir terk edişle içimi yaktın. Kalaba iken başım bedenim, yersiz yurtsuz koydun, amansız koydun. Kendini kandırırken bu yürek, cansız koydun, canansız koydun. Hayat! Vay gidi çile yoldaşım! Nankör değilim. Mutluluklar da verdin… Pahası yok… Biçemedim. Renkler sundun allı, morlu, hercai. Ben en fazla yeşilini sevdim. Zehir yeşili, orman yeşili değil ama… Umudun yeşilini. Her cefanda, bin defa daha dirilmemi sağlayan o parlak, o tanımsız yeşili… Her düştüğümde kaldıran o berrak, o saf yeşili… Üzerime ne kadar yüklenirsen yüklen, ayakta tutan o baskın, o acı yeşili. Ben en çok yeşilini sevdim… Sen ne kadar karar