Kayıtlar

Kasım, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MİM MİM MİMİ MİMİ HANIM...

Resim
Ah benim güzel okuyucularım! Yoğun ısrarlarınıza “ah bize bir yeni yazıııı” diye inlemelerinize daha fazla dayanamadım ve hasta yatağımdan kalkıp sizin için, sızlayan parmak uçlarıma aldırmadan, kâh o harfe, kâh bu noktalama işaretine basıp duruyorum bu gece vakti. “Ne işin var hasta hasta bilgisayarın başında, git yat zıbar da iyileş bir an önce, manyak mısın be hatun!” Dediğinizi duyar gibiyim benim duyarlı ve de sevgi dolu okuyucu kitlem. Lakin mimine yandığımın dünyasında, gün geçmiyor ki yeni bir mim dalgası hepimizi uçsuz bucaksız evrenin sonsuzluklarında bir o yana bir bu yana savurmasın, gün geçmiyor ki bir mimin kolundan ötekine kızıl bir yaprak gibi titreye titreye düşmeyelim. O kadar çok mim geçti ki elimden şu âlemde, yakında mahallede adım çıkacak diye korkmuyor da değilim. “Anaaam, gız Haspanaz, aha bunun bööle, aile gadınıyım, yavrılarımın anasıyım pozlarına bahma heç. Benim oğlan geçen, teceviz sahneleri ararkene, sitesini mi neyini bulmuş, günahı boynuna habire mimliyo

PEMBE ELDİVENLER MASALI

Resim
Sonbahar çoktan bohçasını toplamış, kış, elinde bavulu kapıdan girerken, İstanbul’un ayaza çalan sabah serinliğini pek severim. Gecenin sisi daha kalkmamıştır şehrin üzerinden; bir ince tül gibi efil efil uçuşur. Esmer gövdelerinin olanca güzelliğiyle bir o yana bir bu yana dans eder yarı çıplak ağaçlar. Deniz bazen yalpalayıp dalgalansa da çoklukla dingindir. Bir duru genç kız gibi ürkek… Yeşil saçlarına çiğ damlamıştır toprağın. Akşam sefaları henüz boynunu bükmemiştir. Ama ortalık kararıp da ışık el ayak çekince sokaklardan; bu şiirsel tablonun silinme vakti gelmiştir. O zaman, sabahın o büyülü, soğuk güzelliği gider, lanetli bir hayalet gibi, gösterir kara yüzünü kış. Çile olur. Can yakar. Üşütür. Hele de içinde sobası yanan bir odada, kardeşlerinle koyun koyuna ısınma ihtimalin yoksa… Gecenin kara basanları üzerine çullanırken, seni saklayacak bir çatı hiç olmamışsa… İşte böyle karanlık, soğuk sokakların çocuğudur Ahmet. Kimi bir duvar dibinde; şanslıysa, bir bankamatik kabininde

VE ADAM... VE KADIN... VE YAĞMUR... VE KEDİ...

Resim
Sonbaharın turunç renkleri bir bir griye dönerken, iskelede oturmuş İstanbul’un kışa kesilmesini seyrediyorum. Elimde, bir zamanlar az daha büyük göstersin diye başladığım sigaram. Uzaklarda bir vapur feryat ediyor. Başımın üzerinden martılar geçiyor. Yağmur önce usul usul, sonra tutkuyla öpüyor Boğaz’ın solgun, yeşil gözlerini. Kıpır kıpır oluyor yaşlı, hayran olunası kızın kuleye kilitli yüreği. Ancak âşıkların görebileceği bir ışıltı var bu puslu manzarada; görüyorum. Dilimde acemaşiran bir bestenin hüzünlü nameleri… Bir balıkçı, nasırlı elleriyle ipini çözerken mavi teknesinin, acıyarak yüzüme bakıyor. İhtimal ki “Deli zahir” diyor. “Değilse, bu yağmurda, bu soğukta, ihtiyarın işi ne sabah sabah burada?” Çırılçıplak kalmış ağaçlar gibi titriyorum. Elimdeki yumuşak, kaygan kumaş parçası yüzüme değiyor. Saçlarının kokusu karışıyor iyot ve yosun kokusuna. İnce belli bir bardakta tavşan kanı çay oluyor kızıllığı; ısınıyorum. Ayaklarımın dibinde bir kedi ağlıyor. Sırılsıklam olmuş, don

NE ALIRSAN Bİ' MİLYON

Resim
Kadın milletinin yüzyıllık tutkusudur alışveriş. Bazen gerçekten ihtiyaçtan, çoğu da günün birinde nasılsa lazım olur mantığıyla alınsa da genelde amaç, hatunun içsel huzuru yakalaması, ruhunu günlük hayatın kirinden pasından arındırması, kalben ve fikren zirve yapmasıdır, ki bu da zorlu yaşamında bir çeşit motivasyon olacaktır kendisine. Para verip mutluluk satın alır bir nevi. İndirimden alınan ve asla kullanılmayan ıvır zıvırı köklü temizlikler sırasında siyah ve battal boy çöp poşetlerine doldurup içi sızlayarak attığı da görülmüştür çok zaman. Ama olsundur, bunu bilmek bile bir kadın kişisini yıldıramazdır. Bu türün en belirgin özelliği ve vazgeçilmezidir alışveriş. Birkaç yıl evvel hayatımıza giren, ne kadar kalitesiz Çin malı zımbırtı varsa bir araya toplanıp ‘ne alırsan bi’milyon’ mantığıyla satılan çok da cezbedici olan mağazalar bu çılgınlığın ve krizlerin atlatılması babında en ucuz ve en can kurtarıcı olması hasebiyle çok sevdiğim yerlerdir. En çok on yetale harcayarak, bi

SÖYLE BAKALIM İNCEGÜÜÜL... NİYE BLOG YAZIYON

Resim
Bu, şu anda linkine tıkladığınız güzel hatun , "incegül gişisi, ne içün blog yazıyon, nedir derdin, ne yapmak istiyon, maksadın, niyetin nedir senin, hangi örgüte çalışıyon, bre mel'un de bi git ya, bi rahat bırak bizi ya" manasında bi' sobeyle beni sahnelere davet etmiş. Elbette ki bu nazik daveti geri çevirmek, benim gibi hanımefendi gişiliğinden ödün vermeyen bir şahsiyet için düşünülesi bile olamaz diyor, londranın yukarı köylerinden birinden bildirmeye başlıyorum efenim. De haydin okuyak hep barabar! Daha küçücük bir kız çocuğuyken, sürekli konuşan, geveze mi geveze bir şahsiyettim. Hatta konu-komşu konuşturup kasede alırlardı sesimi. O kadar çok söyleyecek sözüm vardı ki… Sonra okullu oldum, sınıfları doldurdum. Şaka değil; gerçekten doldurdum. Canım örtmenim, artık canına tak ettiği anlardan birinde, beni kapının önüne çıkarmıştı susayım diye, hiç unutmam. Bizim sınıfın tahta kapısının üst tarafında, böyle gemilerin kamara penceresi gibi yuvarlak bir cam var. B

DÜŞ DE GÖR...

Resim
Yine kamuoyunun merak ve heyecan içinde beklediği(!) bir konuyu aydınlatmak, bilgi vermek amacıyla burada toplaşmış bulunuyoruz efenim. Hani şu arife günü kendini sakatlayan hatun var idi ya; ondan ve olayın gelişiminden bahsedelim dilerseniz. Haydi bahsedelim… Her bayram olduğu gibi o bayram da tam Türk işi bir hatun, arife gününe sıkıştırmıştı ne var ne yoksa. Malum o hem çalışan kariyer sahibisi bir iş kadını, hem tertipli, temiz, titiz bir ev kadını, hem de aynı zamanda fedakar cefakar bir anne olmaya çalışan, bu esnada da hayırlı bir evlat olmak için yırtınan ve bunların hiçbirini tam teşekküllü yapabilemeyen bir nevi dolap beygiriydi. Öncelikle sabahtan temizliğini yapmış, sonra anneciğine gidip ona yardım etmiş, sonra bir iki kap bir şey pişirmiş, en son da kardeşleriyle buluşup çocuklar için alışveriş yapmaya karar vermişti. Bütün bunları hallettiğinde saat henüz öğleden sonra on dört sularıydı meraklanmayınız. Hatun –tatil bile olsa- kargalardan evvel yataktan çıkmazsa, asla i

İNSAN SARRAFIYIM BEN...

Resim
Bir bakışta insanları şıp diye anlayıveren şahsiyetlere hayranımdır. Örneğin annem… Şöyle bir dudağını büküp, yan bakışını atar ve analizi tamamlayıverir on saniye içinde. “Yaramaz kızım bu kişi” ya da “ hıh işte bu iyi bir yavrudur” şeklinde yorumunu da yapıp imzayı koyar. İşin ilginci, hiç şaşmaz. Milim sapmaz. Yahu bi insan evladı, bir anne kişisi hiç mi yanılmaz? Bazen bu hatunun, beynine çipler yerleştirilmiş, “haydi tifidus 37, seni insan ırkını incelemek için dünyaya gönderiyoruz biiip… adın da bundan kelli N.Sultan olsun biiip” şeklinde aramıza sokulmuş, uzaylı bir casus olduğundan şüphelenmiyor da değilim. Böyle şahıslara, eğer uzaylı falan değillerse, halk arasında biz ‘insan sarrafı’ diyoruz. Hani altının kıymetini sarraftan başkası anlamaz ya. Çamurun içinde bile olsa anlar sarraf, bilir. Bilir ki o değerinden bir şey kaybetmemiştir. Eğilir, alır oradan. Biz hijyenik sebeplerden dokunmayız bile. Keza, bi b.ka yaramaz madeni de şıp diye, bir göz darbesiyle çözüverir sarraf.

DOSTLARIMA...

Resim
Bir çok arkadaşım beni bu güzel ve anlamlı ödüle layık bulmuş. Öncelikle kendilerine teşekkür ediyor ve ben de üzerime düşeni yapıp bu ödülü sahiplerine dağıtmak istiyorum. Beni, iyi günde, kötü günde, gülerken, ağlarken, düşünürken, sinirlenmişken, sakinken, mutlu olduğumda, üzgün olduğumda hiç yalnız bırakmadınız. Gerçek dostum dediklerim bile sırtını döndüğünde siz hep yüzüme baktınız. Sizleri gerçekten çok seviyorum. Bu dostluk ödülünü tek tek hepinize verirken; gerçekten, ta yüreğimden gelen sevgimi kabul etmenizi rica ediyorum. En içten, en samimi duygularla, sevgi ve dostlukla...