Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İNCEGÜL TATİLDE PART TUUU'YA BUYURUN

Resim
Nerde kalmıştık efenim. Heh işte biz yukarıya çıkıp yerleşmeye çalışırken bebeler durur mu? Durmaaaz!.. Bavulları orta yere bıraktıktan hemen sonra kendi odalarını terk edip kapımızı yumruklamak suretiyle, kibarca bizi dışarıya davet ettiler. Oysa ben, o odaya kendimi kapatıp kuşlarla muhabbet edecek, börtü-böcükle haşır neşir olacak, balkondaki yeşillikleri koruyup kollayacaktım. Üstelik koca kişisini de bunun bir tür meditasyon olduğuna, tatilimizi burada, bu odada hücre hapsi şeklinde geçirirsek, şehrimize döndüğümüzde dingin, huzurlu, arınmış ve nirvanalara ulaşmış bir ruh haliyle yaşamaya devam edeceğimize ikna edecektim. Heyhat sıpalarım bundan bihaber, dünyevi zevklerin peşine düşmüşler, “hadi anne yaaaa… havuza inelim artııkkk!” şeklinde çemkirmekte ve otel ahalisini ayağa kaldırmaktaydılar. Neyse ki havuz başındaki şezlongların çoğu boş idi. En güzel konuşlanmışlarından birine kendimi besili bir camış zerafetiyle bırakıp, koca kişisine de hemen dibime çömmesi talimatını verdi

YENİ SEZON PART BİİİRRR....

Resim
Gönül ister ki; yıl boyu, gün dağların ardına çekilene kadar kızgın kumlardan serin sulara atlansın, öğünlerle ilgili sıkıntı “bugün ne pişirsem” değil; “yemeğe giderken ne giyeyim” olsun, bütün gün yiyip içip malak gibi yayılınsın, gak deyince havyar, guk deyince şuşi servisi gümüş tepside gelsin. Ama, heyhat, siz de bilirsiniz ki hayat böyle bir yer değil sayın okuyan. Yaz bitti, tatil bitti, benim kabusum kış; sizin kabusunuz ince kişisi geri döndü. Vatana millete hayırlı olsun. Bu yıl tatil organizasyonunu koca kişisi sponsorluğunda, zeka küpü, ortam insanı, organizasyon komitelerinin bir numaralı elebaşısı olan bendeniz gerçekleştirdim efendim. Dağların eteğinde, denizin kıyısında, doğa harikası, sevimli mi sevimli, sakin mi sakin bir tatil beldesinde kafa dinleyecek, şehrimin yapış kokuş nemine, tiksinç sıcağına inat, püfür püfür orman havasında serinleyecek, buz gibi sularda, bir göl kuğusu edasında çimecektim. Bir sevinç, bir coşku, bir neşe, hatta pür neşe hazırlıklar yaptım.

BU DA SEZON BAŞLANGICI

Resim
Günün birinde “Bitti canım. Hadi düş bakalım önüme, gidiyoruz. Senin ömür buraya kadarmış yavrum.” dediklerinde; “Yahu dursaydın bi! İşti, evdi, çocuklardı, oydu, buydu derken, hayatı ıskalamışım ben. Dur da baştan alalım be hacı! Daha yapılacak çok iş, yaşanacak çok şey var. Bi daha başlayalım. Yeniden yaşayalım. He, olma mı?” deme şansın olmayacak ey okuyan. Geçmiş ola!.. Gerçekleşememiş, küçük hayaller sandığının dibinde küflenmeye bırakılmış bir iki eşsiz, el işlemesi parçayı çıkarmak için emekliliği bekliyordum. Şunun şurasında iki bin on altı yılına ne kalmıştı ki? Her şeyi boş vermiş, kendimi kurmalı, oyuncak bir robot gibi olayların gidişine bırakmıştım bir süredir. Tek farkım sağa sola çarpmama ayarımın bozuk olmasıydı. Çamaşır asarken p.pomu pencere köşesine, duştan çıkarken dizimi küvet kenarına, koltuktan kalkarken ayağımı sehpa kıyısına vurup morartmak benim en büyük tutkularımdandı. Mutfak tezgahından düşüp düşüp çanak çömleği sakatlamamdan ise hiç bahsetmiyorum dikkat

BAŞLIKSIZ...

Resim
Dün Biz evlat olmanın tadını çıkarırken, Birileri ana kucağı yerine, uğruna şehit düştüğü toprağın koynunda uyuyordu. Dün Biz ana olmanın keyfini yaşarken, Birileri evladının gül kokulu saçları yerine, uğruna şehit düşülen toprağın bağrını okşuyordu. Ve dün Biz uyurken, Birileri beş dakikalık apışarası iktidarı uğruna, inandığımız bütün değerlerin içine tükürürken, o birilerinin yardakçısı birileri onuncu yıl marşı eşliğinde kaldırdığı kadehlerden "inadına rezillik" yudumlarken, Uğruna şehit düşülen kutsal toprağın koynundaki fidanların, O toprak uğruna şehit düşmeye hazır fidanların, Ve o fidanların analarının Ruhlarını, yüreklerini sızlatıyordu. Anneler günümüz kutlu olsun mu? Tüh olsun, vah olsun, yazıklar olsun mu?

VERMEYE NİHALE CİHANDA BİR NEFES BİTTER GİBİ

Resim
Nerde kalmıştık sayın okur? “Veren Memnu Alanın Ağzı Bir Karış” dizisinin yeni bölümünün yayını başlamak üzere. Haydi çayını, kahvesini, soğuk drinkini almak isteyene son çağrııı… Hadi kız Hatçe, sallanma, Mualla az kıpırdan güzelim, kaldıramadın k.çını, Ayşeee, hasta olacan yavrum, o kadar buz atılır mı meyve suyuna. Hadi hadi yerleşin artık. Başlıyooor. Yeni bölüme geçmeden evvel, yayından uzun özet vermek müessesemizin hiç adeti değildir sayın seyirci. O nedenle, bir önceki bölümü seyretmek için aha burayı tıklıyorsunuz. Hellim’in yaptığı, Fırıldak cadısının el attığı iksirin etkisi azalmaya başlamış, Ahman Bey uyanma, silkinme, kendine gelme belirtileri göstermeye başlamıştır. Bu nedenle Bitter’i şatodan kovmuş, Düldül’e de ülkenin uzak nahiyelerinden birinde vergi toplama görevi vererek çevresinden uzaklaştırmıştır. Lakin Prenses Nihale o düşüşten sonra bir türlü otsal hayattan çıkamamaktadır. Şatonun baş büyücüsünün teşhisi Prenses’in yüz yıl kadar uyuyacağı yönündedir. İşte bu n

BİR KOKONCANIN HAZİN ÖYKÜSÜ

Resim
N.Sultan'ı hepiniz tanıyorsunuz dostlar. Benim dünya güzeli anam olur kendileri. Mecazen söylemiyorum bunu. Elbette herkesin anası kendine güzel de bu hatun harbi afrodittir. Sapsarı saçları, boncuk mavi gözleri, boyu posuyla Em.el Saaayın'ın bizimköy şubesidir. "E o zaman nasıl oluyor da senin gibi, kara-kuru, yerden bitme, hilkat garibesi bir çocuğu oluyor; he söyle bakalım, nasıl oluyor da oluyor?" hönkürüşlerinizi duyar gibiyim sayın okur. O da Allaan işidir, karışmayalım. Çok ayıp, dalga geçmeyin, daş olursunuz daşşşş... Hem önemli olan ruh güzelliğidir. Değil midir? Reca ederim kapatalım bu bahsi kuuzum. Çok kırıcı oluyorsunuz. Ne diyorduk efenim. İşte bu güzeller güzeli hatun, yakınlarda olacak bir düğün etkinliği hasebiyle, çok hoş bir kumaş almış ve entari tiktirmeye karar vermiş. Kendisi güzel olduğu kadar zevkli bir hatundur ammaaa, burada koskoca bir moda kokoncanı, sitil gurusu, giyim kuşam uzmanı, şaane bir insan dururkene; modele karar verme işi ona mı

DERDİM BAŞKA

Resim
Sanma ki derdim güneşten ötürü; Ne çıkar bahar geldiyse? Bademler çiçek açtıysa? Ucunda ölüm yok ya. Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten Güneşle gelecek ölümden? Ben ki her nisan bir yaş daha genç, Her bahar biraz daha âşığım; Korkar mıyım? Ah, dostum, derdim başka... Orhan VELİ Annemin başarısızlıkla sonuçlanan "tarafıma ümitsizce şaka yapma" girişiminden başka bir etkinlik yok bugün. Ben ki; konuyla ilgili yaratıcılıkta, şakacılıkta ve dahi insanlara spazm, kriz, beyin kanaması, depresyon, mutasyon geçirtmekte sınır tanımam. Hiç içimden gelmiyor bu yıl yahu. Galiba bekleyesim var benim. Bu sefer de durayım, bana gelsin diyesim var. Şöyle sıkı bir şakaya uğrayıp silkelenesim, kendime gelesim var. Ne bileyim işte... Üstat gibi benim de DERDİM BAŞKA...

DÖNÜŞ

Resim
Ben seni bir deniz kıyısı sevdim Kanamalı midye kesiğiydi gülüşün Yaşamla kavgalı sevmeler sunuyordu döke saça Ve kayaya sevdasını anlatırken dalgalar saçlarında Yosunlar dolandı yarama Yükseldikçe devrildi kumdan kalelerim Gittikçe küçüldük ben ve yorgun ellerim Öylesine bilmeden Sana geldim Ben seni bir martı türküsü sevdim Sancılı kanat darbesiydi gülüşün Bahar kokulu yağmurlar yağdırıyordu içimdeki sılaya Ve uzaklar ağlarken deniz karası bakışlarında Bir bebek eli sarıldı parmağıma Tahribi yüksek fırtınaydı senden gidişlerim Tutsaklığımda örselendi asi esişlerim Her seferimde yeniden Sana geldim Ben seni bir ömür bitişi sevdim Acılı ney sesiydi gülüşün İsli nameler bırakıyordu yangın artığı duvarlarıma Ve kör bir karanlığa bilenirken umutlar avuçlarında Uğursuz kuşlar kondu dalıma Uzun yol karamsarlığı taşıyordu dönüşlerim Bir çift buz mavisinde söndü ateşlerim Son defa ölmeden Sana geldim

CESUR YÜREK HAİN ZOMBİYE KARŞI

Resim
“Yaşayan Ölülerin Dirilişi” adlı kıytırık bir zombi filminin, tesadüfen, on dakikalık bölümünü seyretme gafletinde bulunduktan sonra, sahnelerin birinde siyah poşet gördüğü için iki yıl boyunca siyah poşet olan hiçbir odaya yalnız başına girememiş bir insan evladının, korku filmi seyretmeye karar vermesi neyin göstergesidir, sorarım size!.. Durun hele sayın okur, siz yorulmayın, ben söyleyeyim. Salaklığın daniskasıdır, zeka geriliğinin halk arasındaki adıdır, içsel şapşallığın dışavurumsal yansıldamasıdır, af buyurun b.ku kepçesiyle yemektir. Bu tespitleri yapmak kolay oldu sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. İniniz efenim aşağıdaki paragraflara. İniniz, ininiz, lütfen çekinmeyiniz. O gün de, yorucu bir haftanın ardından gelen her hafta sonu olduğu gibi güzel bir gündü. Güneş, bir önceki gün parlatılmış camlardan içeriye tatlı tatlı gülücükler atıyor, baharın gelişini muştuluyordu. Mutlu yuvamızda kuşlar gibi cıvıldaşılan bir Pazar sabahı daha böylece başlamış, sonrasında kahvaltı faslıyl

HELLİMDEN DOST ESKİ KAŞARDAN TOST OLMAZ

Resim
“Alan Memnu, Veren Daha da Memnu” adlı nadide dizimizin pek muhterem izleyicileri. Müessesemiz yine hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış, türlü tehlikeler atlatarak Kanal P stüdyolarına dalmış, ucu sivriltilmiş kurşun kalem, çeşitli çaplarda parça tesirli kalemtraş, silgi ve mürekkep bombalarıyla görevlileri etkisiz hale getirmiş ve sizler için dizinin yayın haklarını ele geçirmiş bulunmaktadır. Neden şaşırıyorsunuz anlamadım. Siz müessesemizi hiç mi tanımadınız? Aşkolsunuz. Öncelikle yayınlanmış bölümlerin üzerinden şöyle bir geçelim, onları gönlümüzün istediği gibi değiştirelim değil mi? Finali de ona göre şekillendirir, sonra da serinin diğer filmleri için kolları sıvarız. E ilk paragraftaki silahları niye elimize aldık sanıyorsunuz? Aha da edebi eser katliamı öyle yapılmaz, böyle yapılır. Buyurun, bundan gayrı burdan seyredin. O gün Ahman Bey’lerin şatosunda her zamanki ağır havanın yanı sıra, alışılmamış bir tedirginlik de hüküm sürmektedir. Leydi Bitter’le Kont Düldül’ün yedikleri hu

TALİHSİZ TALİHLİ

Resim
“İnsanın bir kere ters gitmeye işi, muhallebi yerkene kırılır dişi.” diyen atalarımızın gözünü seveyim. Hatta gözünün yağına yımırta kırıp çavdar ekmeemi banıp banıp yiyeyim. Ya bir ata kişisi hiç mi yanılmaz; hiç mi şaşmaz? Yok baba, bizim atalarımız ne demişse doğru demiş. Şu meşhur bahtsız bedevinin başına neler geldiği ise biz faniler tarafından çok iyi bilinmekte olduğundan, tekrar tekrar anlatıp da Blog Zörtletme Kurulu’nun tepkisini çekmenin alemi yok. Bu kara bahtım, kem talihim yüzünden bazı bazı infiale gelip aşırı dozda İsmail YK dinlemek suretiyle intihara teşebbüs etmeyi düşünsem de; çoğu zaman her zorlukta iyi bir yan bulma konusunda Polyanna’ya nal toplatmışımdır. Yolumda hanım hanım giderken, horoz kovalar. Ormantik bir şekilde denizi seyrederken kafama martı zıçar; ki dikkat buyurunuz bunca kuş b.ku emiklemişken, daha bir kere amorti bile vurmuşluğu yoktur bu garibe. Sabahınan güneş açtı diye koca bir hafta sonunu evin devasa camlarını silmeyle geçiririm. Tam “Ahan da

FACEBOOK BANA ÇOCUKLUĞUMU BULABİLİR Mİ?

Resim
Bakmayın benim bu çağ dışı, anti teknolojik, ortaçağ zihniyetli hallerime sayın okuyan; bizim aile efradı pek bir meraklıdır gelişime, değişime… Yeni çıkan teknolocik zımbırtılardan mutlaka bir tane edinirler. Her türlü yazılımı daha yazılmadan çözerler. Bir de bu sosyal paylaşım sitelerine mutlaka üye olurlar. Sevgili kardeşlerim ve onların sevgili eşleri birbirlerini en fazla fıysbokta görür, görüşürler. Oralarda sofralar kurar, hediyeleşirler. Koca kişisi ormantik faaliyetlerinin büyük kısmını yine bu sitelerde gerçekleştirir. Bebelerim, buralarda fink atar gece-gündüz. Hal böyle olunca da; bunca zaman direnişin en şiddetlisini gösteren, “Bana ne len, fıysbokta ne işim var benim be?” diye çemkirip duran İncegül gişisinin de direncinin kırılması, pes etmesi, “Tamam len, nalet getsin, uğraşamayacam sizinle, açacam bir hesap.” dememesi beklenemezdi elbette, diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz dostlar. Evet, artık fıysbokta bir İncegül var. Ama bir sorun bakalım niye var? 1- Tatlı ikizle

SANCI

Resim
Karşımda kocaman bir siyah bazen, hiçliğimi çokluğa kattım. Oysa bir sarı gülümsemeli, belki mor hüzünlenmeli, ille de kırmızı yansımalıydım Bilsem de derinlerin vurgununu, maviye bağladım gönlümü, yollarımı düşlere saldım. Hercai gemiler uzaklaşırken kıyılarıma bir bir, ben lacivertlerin en koyusundaydım. Lal renkli yaşamaklardan yudumladım ömrümü an be an. Ve en sonunda nefessiz daldım. Tozu dumana katan yolculuklarda, her limandan bir parça demir aldım. Yankılarımı duymuyordu o leyla, yine de dilimde vaveyla, yüreğimi salıp sulara, fısıltılar haykırdım. Martılar uçurdum göklere kanatlarında türküler… Belki de öyle sandım. İçim dalgalara köpüklenirken saklı kuytularda, aslında çaresiz bir karabataktım. Ki dem be dem daha çok daldım. Penceremden bulutlar geçiyordu saf saf… Kah açıldım kah kapandım. Yağmurun ne çoktu taneleri, sayılmıyordu küçücük ellerle. Bense buğuya çizilebildiğim kadardım Zerre oldum toprakta bazen. Katre katre sürgün verdim yeşile, umuda açtım. Dünya uzaklaştı e

ANA BENİ EVERSENE...

Resim
Hep istemişimdir bir kızım olsun pek sevgili okur. Onu prensesler gibi yetiştireyim. İncecik, nahif, kibar sesiyle "Anneciğim, evcilik oynayalım mı?" diye sorsun. Pembe elbisesine süt döküldüğünde, "Aman Allah'ım üzerim leke oldu. Hemen değiştirelim canım annem." desin. Birlikte alışveriş yapalım. Süslenip püslenelim. Hatta Hülya Kavşar klibi misali bir örnek giyinelim. Heyhat! Rabbim bana iki tane oğul bağışladı. Nankörlük edecek değilim elbette. Lakin takdir edersiniz ki; erkek çocukların dünyası bir başka ilginçtir. Televizyonda, bilgisayarda, pleysteyşında, hatta normal oynarken bile ağızlarından "dışın dıkış" yapmalar. Birbirlerine çorap koklatmalar, geyirme ve hatta osurma yarışmaları gibi tiksinç etkinlikler... Pislik, dağınıklık, sergüzeştlik, vurdumduymazlık... Ve daha neler neler... Yine de bunlara alışılabilir. Normal bir erkeğin yapısı gereği biraz böyle olması hoş bile karşılanabilir. Ve fekat günün birinde küçük oğlunuz size gelip "

KURU SOĞANIN KİTLE PSİKOLOJİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Resim
Dün akşam bir yandan soğan doğrayıp bir yandan hayatın anlamını düşünüyordum sayın okuyan. Sanmayın ki gözlerimden oluk oluk akan yaşların tuzu, duygusal bir tat bırakıyordu çatlamış dudaklarımda. Tamamen soğanın itliğinden. Lem bir soğan kişisi bu kadar mı acı olurdu be?.. Yine de iyi mi geldi bu soğansal ağlamaklar? Biraz açıldım mı ne? Zaten uzunca bir zamandan beri üzerimde bir mallık, bir boşvermişlik, bir bana ne kardeşimcilik, bir ben yaptım olduculuk, bir dünya yansın benim samanlarım sağlam dursunculuk ki sormayın gitsin. Sütaşkıyla yanıp tutuşan, hatta üzerime üzerime uçuşan ineklerin altında kalsam sesim çıkmayacak yahu!.. Bitter Düldül’e vermiş (gönlünü). Düldül Nihale’ye takmış (yüzüğü). Umrum değil inanabiliyor musunuz? Hiçbir şey yapasım gelmiyor, iki satır yazasım olmuyor. Bilen biliyor artık; “depresyon” kelimesi hermime uğramaz benim. Lakin bu ne menem bir durumdur, bu nasıl bir halet-i ruhiyedir çözebilemedim a dostlar. Çözebilen olursa da takdir ederim, en derin say

NEŞELİ YILLAR

Resim
Hayaller kurduk biz eskiden. Zehir zemberek gecelerde, içimizi sıcacık eden düşler gördük. Kimimiz kavuştu ereğine, kimimiz baktık öylece geriden. Ama hepimiz yaşadık önümüze sunulanı isteyerek veya istemeden. Umut ettik her yeni gelenden. Umudu besledik her yıl yeniden ve yeniden. Sonra baktık ardımıza, binlerce çürütülmüş yıl eskisi... İsli, puslu, küf kokulu, hatta yaşanmadan tüketilen... Hep yarına saklamışken yaşanacakları, hep geleni beklemişken bir dolu hayat için... Anladık ki bitmiş heybemizdeki servet. Ah o zaman yok mu; artırmaya çalışırken eksilen... Oysa biz bilseydik gün gün dökülecek parmaklarımızın arasından sular... Ah bir düşünseydik, kuruyacak gün gelecek o tükenmez sandığımız pınar... Olabildi mi bunca vakit bir anlayabilen? Bir Haziran ikindisine teslim edip gülüşünü, bölüşmek simidini o yaralı martıyla... Bir serseri Mayıs akşamı, çapkın uçuşan eteklerini seyretmek memleketin... Ya da kavruk bir Temmuz öğleninde, serinlemek karşı yakadan gelen dost bir vapurun se