ARA SIRA BAZI BAZI...

Size de olur mu bilmem.
Bazı bazı bir öteleme, iteleme, erteleme isteğiyle doluyorum. Yığılmış evrakları, birikmiş ütüleri, hazırlanacak sofraları, mutlu edilecek insanları… Elimle ittiriversem diyorum. “Siz hele bi durun!” demek istiyorum. “Asıl yapmak istediklerimin önüne set çekmeyin! Söyleyin, kim şımarttı sizi böyle? Kim çıkardı tepeme? Kim yığdı önüme?”
Sonra korkuyorum. Hep bir ağızdan “SEN…” diye bağırıp üzerime çullanmalarından, beni yok etmelerinden korkuyorum. Nefesim daralıyor. Azar azar azalıyorum.
Koşmaya başlıyorum daha da hızlı. Bomboş bir yolda buluyorum kendimi. Ayakkabılarım sıkıyor. Ama öyle düğümlemişim ki, çıkarıp yalınayak kalamıyorum. Yolun sonu hiç görünmüyor. Ben hızlandıkça yol uzuyor, yol uzadıkça ayaklarım daha da çok acıyor.
“Dursam!” diyorum kendime. “Bari yavaşla!” diyor kendim, kendime.
Yavaşlamak değil, oturup şu taşa biraz dinlemek istiyorum kendimi. Yapamıyorum.
Sonra başka sesler karışıyor bir rüzgar uğultusuna. Rengarenk sesler. Kimi mavi, çekiyor beni denizlerin en dibine; kimi siyah, salıyor gecenin en karanlık saatine.
Kuşlar geçiyor, öbek öbek, sürü sürü… “Gitsen!” diyor kendim, “Takılsan şunların peşine!”
“Ama kanatlarım yok ki benim!” diyorum kendime. Ağlıyorum gücüm yettiğince.
İnsan yüzünü göremiyor ya yaşam süresince. Herkesin, her şeyin yüzü var da kendinin yok sanıyor. Aslında benim yüzüm var. Görmesem de bir yüzüm var. Ancak o küçük eller gözyaşlarımı sildiğinde anlayabiliyorum.
Sonra, kocaman bir gülümseme yerleşiveriyor yüzümün orta yerine. Alabildiğine çocuk… Alabildiğine masum… Bir ayna beliriyor önüme. Ve işte uyanıyorum. “Ancak gülerek bakabildiğinde o aynaya, işte ancak o zaman görebiliyorsun yüzünü.” diyorum.
Vazgeçiyorum. “Ötelemek, itelemek sana göre değilmiş…” diyorum kendime. Hak veriyor kendim, kendime. Tutuyorum o küçük elleri sımsıkı. Koşmaya devam ediyorum. Koştukça genişliyor ayakkabılarım. O kadar da acıtmıyor artık.
Yol kenarındaki çiçekleri fark edebiliyorum hem şimdi. Sesler, kuşlar daha sevimli…
Bana oluyor bazı bazı böyle… Size de olur mu bilmem!..
Bazı bazı bir öteleme, iteleme, erteleme isteğiyle doluyorum. Yığılmış evrakları, birikmiş ütüleri, hazırlanacak sofraları, mutlu edilecek insanları… Elimle ittiriversem diyorum. “Siz hele bi durun!” demek istiyorum. “Asıl yapmak istediklerimin önüne set çekmeyin! Söyleyin, kim şımarttı sizi böyle? Kim çıkardı tepeme? Kim yığdı önüme?”
Sonra korkuyorum. Hep bir ağızdan “SEN…” diye bağırıp üzerime çullanmalarından, beni yok etmelerinden korkuyorum. Nefesim daralıyor. Azar azar azalıyorum.
Koşmaya başlıyorum daha da hızlı. Bomboş bir yolda buluyorum kendimi. Ayakkabılarım sıkıyor. Ama öyle düğümlemişim ki, çıkarıp yalınayak kalamıyorum. Yolun sonu hiç görünmüyor. Ben hızlandıkça yol uzuyor, yol uzadıkça ayaklarım daha da çok acıyor.
“Dursam!” diyorum kendime. “Bari yavaşla!” diyor kendim, kendime.
Yavaşlamak değil, oturup şu taşa biraz dinlemek istiyorum kendimi. Yapamıyorum.
Sonra başka sesler karışıyor bir rüzgar uğultusuna. Rengarenk sesler. Kimi mavi, çekiyor beni denizlerin en dibine; kimi siyah, salıyor gecenin en karanlık saatine.
Kuşlar geçiyor, öbek öbek, sürü sürü… “Gitsen!” diyor kendim, “Takılsan şunların peşine!”
“Ama kanatlarım yok ki benim!” diyorum kendime. Ağlıyorum gücüm yettiğince.
İnsan yüzünü göremiyor ya yaşam süresince. Herkesin, her şeyin yüzü var da kendinin yok sanıyor. Aslında benim yüzüm var. Görmesem de bir yüzüm var. Ancak o küçük eller gözyaşlarımı sildiğinde anlayabiliyorum.
Sonra, kocaman bir gülümseme yerleşiveriyor yüzümün orta yerine. Alabildiğine çocuk… Alabildiğine masum… Bir ayna beliriyor önüme. Ve işte uyanıyorum. “Ancak gülerek bakabildiğinde o aynaya, işte ancak o zaman görebiliyorsun yüzünü.” diyorum.
Vazgeçiyorum. “Ötelemek, itelemek sana göre değilmiş…” diyorum kendime. Hak veriyor kendim, kendime. Tutuyorum o küçük elleri sımsıkı. Koşmaya devam ediyorum. Koştukça genişliyor ayakkabılarım. O kadar da acıtmıyor artık.
Yol kenarındaki çiçekleri fark edebiliyorum hem şimdi. Sesler, kuşlar daha sevimli…
Bana oluyor bazı bazı böyle… Size de olur mu bilmem!..
Yorumlar
Ama iste o kücük eller var ya, o kücük eller, onlar ayakkabiyi da, yüregi de genisletiveriyorlar bir anda...
Yüreginin ve ayakkabilarinin hep genis olmasi dilegimle
sevgiyle kal gülüm:))
Haklı görür o zaman kendi kendini.Farkeder Çiçekleri...
olmaz mı hiç..benimde olur böyle gelgitlerim..hele geçenlerde harbi depresyon içindeydim ama geçti gitti..
dediğin gibi gözyaşlarımı silen,o minik tombul eller,tüm hüzünlerimi aldı yerine masum sevinçleri verdi.öptüm ablacım yüreğinden..
yazı harikaydı yine her zamnki gibi fikrimcim öpüyorum seni...
duygularıma tercüman olmuşsun baş kısımda..Ben hayatın tamamını ötelemek, herşeyden uzak yeniden bambaşka bir yaşam kurmak istiyorum bazan.
Kurtulmalı aslında yerçekiminden..Ama nasıl bilmiyorum..
Hayat bizi ötelemedikçe, biz onu iteleyemiyoruz. Ama olsun ya, sağlık olsun, mutluluk olsun, huzur olsun...
En önemlisi sevgiyle pişirilen ekmeğin tadına doyum olmuyor dostlar... Hem yemesi tatlı, hem yapması.
Sevgiler hepinize...