HÜZÜNLÜ ÖKÜZÜN GÖZ YAŞLARI


Sarı sıcak yaz, yerini turunç kokulu hazana bıraktı nihayet. Sabahları omuzbaşımız ürpermeye, geceleri yorgan özlenmeye başlandı. Ve fekat benim derdim yine başka elbette.

Hani bu mevsimde insanoğluna bir duygusallık, bir hüzün çöker ya… Hani buğulu pencereler ardında durup dökülen yaprakları seyrederken; ya da ne bileyim ılık yağan yağmurun sesini dinlerken bir deniz kenarında, daldırır ya gözlerini uzak ufuklara. Hani başını iki elinin arasına alır, dirseklerini ahşap masaya dayar da bir türkü tutturur ya insan, acı kokan, hasret kokan, belki aşk kokan. İşte bana hiç bu şekil bir şey olmaz dostlar.

Sonbahar geldi miydi bana böyle bir mallık, bir kütlük, bir camışlık gelir ki sormayın. Pofidik terliklerimi ayağıma, üç beden büyük, yerleri süpüren hırkamı üzerime geçirip günlerce çıkarmayayım, bütün gün oturayım, yatayım; çok yorulup yeniden oturayım; ondan da sıkılıp yine yatayım şeklinde yayılmak isterim.

İsterim ki; hiç kimse benden bir şey istemesin, hatta mümkünse herkes bana hizmet etsin. Gak deyince su gelsin, guk deyince sofralar donansın. İsterim ki dünya yansın ama benim bir kalbur samanıma bi şeycik olmasın. Ortalığı su bassın da yeşil başlı gövel ördek gibi umrum olmasın. İsterim ki tek derdim Bitter’in Düldül’e gidip “Kocam beni ööptüüü…” diye ağlaması olsun. İsterim ki bu bünye “Lem Düldül öperken iyiydi s.rtük. Adamceyiz yapınca mı namuslu oldun?” diye çemkirmeyecek kadar geniş olsun. Hatta “Vah yazık yavrucağa!..” diye teselliler sunsun.

Lakin ne mümkün a dostlar, ne mümkün? Mikrobun, virüsün cirit attığı, bilumum gözle görülmez haşeratın kol gezdiği, baytların vicut kabuklarımızı afiyetle kemirdiği şu günlerde, İncegül şahsiyetinin “Len akşama kadar çalıştım, giyeyim üzerime ayucuklu picamalarımı, çekeyim ayağıma köpecikli terliklerimi, alayım elime bol köpürcüklü kayfemi de şööle bir keyif yapayım.” demesi, hatta bunu aklından geçirmesi bile yanlıştır. Kabul edilemez bir düşüncedir. Hemen unutulmalıdır.

İncegül akşam oldu muydu öncelikle yavrularının ortalıkta bıraktığı atıklardan kurtulmakla başlar işe. Okula giderken çıkarılıp mıncıklanmak suretiyle yatağın altına bırakılmış eşofmanlar, okuldan gelince soyunulup birbirinin içine sokulmak suretiyle yer kaplaması önlenmiş ve top şekline getirilmiş ceket pantolon gömlek üçlüsü bir bir alınıp “Ulen, insaf be! Sabahın beşinde kalkıp ütüledim bunları be!” diye türküler söylenip gözler uzak ufuklara daldırılır. Lakin bünyenin sükuneti de o ufuklara doğru uçaar gider.

Sonra antrenmandan gelip spor çantada bırakılarak iyice etkisi artırılmış olan, koku tesirli bir çift bomba alınıp “Ya ne iyrençsiniz ya, ulen bu pislikleri tekrar ayaana nasıl giyecen len sıpa?” şeklinde şiirler okunarak iyice duygusala bağlanır. Zira günlerden hazan, vakitlerden günbatımıdır. Yemek, sofra, bulaşık, yıka-pakla, süpür-sil hayat geçer… Böyle böyle geceler olur, sabahlar olur, koşturulur, sinirlenilir, Bitter’in saçı başı yolunmak istenir... İşte böyle böyle hafta biter.

Her Pazar olduğu gibi sonbahar pazarları da hijyenik kediniz incegül, evi dip bucak kırklar, çamaşır, ütü, gardrop şeytan üçgeninde kaybolur. Orasını burasını morartmak pahasına, kendini ordan oraya savurur, iyice bir ormantikleşir. Akşama doğru tam işi biter, balkonda şöyle bir kahve keyfi yapmak ister. Bu esnada, ormantikliğin dibine vurmuş koca kişisi seslenir. “İncegül, baksana, gökyüzü ne kadar güzel. Kızılın her tonu var.”

İncegül’ün gözleri çakmak çakmak olur. Şöyle bir dalar, gruba doğru mahsun bir bakış atar. Kahramanımız artık konuya uyanacak mıdır? Birden silkinip kendine gelecek midir? Her normal insan evladı gibi, onun da hazanın sihrine kapılma vakti gelmiş midir yoksa?

Elinde tuttuğu köpürcüğü kesilmiş kahveyi usulca bırakır. Ayağa kalkar. Başını ellerinin arasına alır. Evet evet, o da artık hüzünlü şarkılar, duygulu şiirler okuyacaktır. Onun da her romantik sahnede gözleri dolacak, başını sevdiğinin omzuna dayayıp için için ağlayacaktır. Sonbaharın turunç renkleri, onun da yüreğindeki sızılara işleyecek, o da bir acının kolundan, ötekinin koynuna gezip duracaktır. O da his manyağı olacaktır artık.

Lakin başta da söylediğim gibi, ben her sonbahar öküz gribi olurum dostlar. O gün batımı bana sadece, bugünün akşam olduğunu, yarının pazartesi işkencesi olduğunu hatırlatır. Ve bunu böyle romantik bi etkinlikmiş gibi kafama vuran koca kişisine “Ya niye söylüyon ya… Gün bitti işte bee… Bak şimdi sinirim tavan yaptı ya…” diye çemkirmeme sebep olur. “Var yaa… Hiç romantik diilsin İncegüüül!..” diye söylenen koca kişisini ise duymam bile.

Haydi benim sevgi pötürcüklerim, aşk böcüklerim… Şimdi gidin ve doğanın sararıp solmasını izleyip iyiice bi duygusallaşın. Daha sonra gelin hep beraber ağlaşalım.

Yorumlar

Belgin dedi ki…
Oyyyy oyyy kiyamam ben sana ya, ama bu hallerin aynisi bende de var, hadi gel beraber agliyalim:)))
sufi dedi ki…
İncegülüm;
Oldu mu ya şimdi? romantik olma zorunluluğumuz, her şeyi toz pembe görüyormuşuz gibi mış-mış yapma ve turuncu mutluluk şemsiyelerinin altındaymışız gibi kendimizi ikna ve kandırmacalara kucak açtırdığımız ve buna gereksinimiz olduğuna iyice inandığımız şu günlerde tokat gibi gerçekleri sadece gerçekleri yüzümüze yüzümüze vurmanın bir alemi var mıydı güzel ve incegülüm?Ben senin bu yaşadıklarını zamanında yaşayıp o günleri devirdiğim şu anda tam da romantizmin en göbeğini yakaladığımı sandığım şu günlerimde torunların sevgili kitaplarımla kuleler yapıp üstünde kokopopslu sütlerle zıpladıkları,27 renk boyayla duvarlara çiçekler çizdikleri, evi harp meydanından farksız bir dekorla süsledikleri yine de gülüp sevindiğim mutlu olduğum dönemlerdeyim.Bu en romantik çağımda bana bu yapılırmıydı ühü ühü!!!!!
Sen çok yaşa "3 çocuk 4 torun 3 gelin örneği" benim gördüklerimi gör emi? Ohhh duamı da ettim öcümü de aldım böylece, sevgilerimle.
Kaymaklı Kadayıf dedi ki…
Kirliye atılmaya üşenilip,yatak altına tepilen çamaşırlar,antreden bir adım öteye gitmeden açılmadan geri giden çantalar,sünger bob karşısında kıtır çıtır döküle döküle yenmiş altındaki tabağın aksesuar olduğu gofret kırıntıları ve halı üzerindeki bitirilmiş kağıtları,"ne bağırıyorsun,çocuk onlar" şeklinde bir elebaşıları...Offff kiii offff.Romantizm mi hangi dilden dilimize katılmış, halen kullanılmakta mı???Derdimin üzerine öyle bir değdin ki,ohhh dedim şükür yalnız değilsin kaymaklı kadayıf anası.
İncegül'üm,
Canım benim yazdıkların o kadar tanıdık geliyor ki sorma. Hele ki oğlum değilde kızım olduğu halde.
Eeee sonra ne oldu hiç!!!
Devam...
Değişen sadece işe kapılma hızım azaldı, eh yapacaklarım de azaldığına göre.
Belgin'le ağlarken beni de alın yanınıza neolurrr.
Sevgiler canım...
suzem dedi ki…
daha bu sabah bi ablacığıma dedim ki...
"ben bu hayata yetişemiyorum.her işim yarım kalıyor.yada ben harap oluyorum.bana bi tüyo versen ablacım."oda dediki;
"kelin ilacı olsa başına sürer..kapılmış hayat denen rüzgara yaprak misali ordan oraya savruluyoruz.."
o misal ormantikliği yaşayıpta şölee gün batımı izleyecek zamanı hiç bulamadım kendimde.bu zamansızlık ondanmıdır nedir hep koşturmayı öğrettiği bu bünyeye.nitekim insanlar arasında koşturma görüntüm hep komik,hep doğal izlenimi bıraktı.
gerisini sen düşün fikrimin en ince gülüsü ablam...
sufi dedi ki…
İncegülüm nerelerdesin yoksa bana mı kırıldın? Canımmmmm hişşşt yoksa oğluşların seni romantizmin doruklarına mı taşıdılar? Onu yapmadılarsa bir gün inan ki senin yerine kimseleri koyamayacakları günler gelecek.Öptüm canım sevgilerimle.
Belgin dedi ki…
Incegülüm, bebelerin mis kokusuna daldin, bizleri unuttun. Küsücem bak..
Ben uzaklarda, ormantizmin doruklarında, yağmurun taneleriyle sessizce yarışırkene, siz buralarda yalnız mı kaldınız dostlar? Geliyorum... Kavuşiciiz, birlikte ağlaşiciiz... Öperim hepinizi...

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİGARASI YALDIZLI GELİYOR NAZLI NAZLI

BİR ÇİFT KUŞ KANADIDIR MUTLULUK

AYA BAKTIM SENİ GÖRDÜM SANA BAKTIM AYI GÖRDÜM