PENCERELERİM
Memleket sabahları. Neşeyle uyandığım sabahlar. Küçük ahşap pencereden güneşin doğuşunu seyretmek. O muhteşem kızıllıkta kaybolmak. Nasıl güzel bir dünyaya açılır o minicik pencere. Masalsı bir andır beynimin köşesinde o pencere ve pencereden görünenler.
Hava ışıklanıp, akla kara seçilmeye başladığında, bostanlar çıkar ortaya. Kıpkırmızı domatesler fışkırmış o yemyeşilliğin arasından, nasıl da güzel görünür. Tıpkı gelincikler gibi utangaç ve narin. Ya altın renkli mısırlar, kendilerini iyice salıvermişler, iyice yaklaşmışlar mis kokulu toprağa. Minik bibercikler ve hemen yan komşusu bamyalar sanki üşümüş gibi sokulmuşlar kardeşlerine.
Ihlamur ağacının kokusu, sabah rüzgarında nasıl da tatlı tatlı vuruyor. İncirler ballanmış iyice. Bizi bekler doruklar.
Daha aşağısı orman. Hayaller kurmaya başlıyorum yine ormanın hafif karanlık, gizemli ve biraz ürkütücü görüntüsüne bakarak. Çeşit çeşit canavarlar yaratıp sonra da onlarla savaşırken buluyorum kendimi. Tam hepsini yok edip, zafer naraları atacakken, anneannemin o tatlı sesiyle kendime geliyorum. “A sakalını sevdüğüm, a benim kadun kızım, gel de kahvaltı et. Ne edersin iki saattir o camın önünde?”
Ah ananem, başı dumanlı Ilgaz’ı da azıcık seyredeyim, onun o sabah mahmurluğundaki azametine azıcık daha şaşıp kalayım, geliyorum.
Ananeciğimin nefis gözlemeleriyle, ihtimaldir ki sabahın beşinde kalkıp sağdığı tazecik süt ve afacan bir çocuk gibi tırmanıp folluklardan yeni bulduğu yumurtalarla hazırladığı o güzel kahvaltıların, gün gelecek tatlı bir anı, bir hayal olacağını hiç aklıma getirmemiştim o günlerde.
Sonra bir başka şehirde, bir başka pencerede, bu kez tam ters taraftayım. Bu defa pencereden değil pencereye bakıyorum. Korkulukları mavi ve bombeli, hafiften asma yaprakları kapatmış üst tarafını. Babaannem ve Dedem oturmuş divana, karşılıklı sohbet edip çaylarını içiyorlar. Korkulukların yer yer böldüğü harika bir tablo gibi.
Oyunu falan bırakıp öylece onları seyrediyorum. O kareyi beynime kazımak istercesine, belki de onlardan kalacak en güzel görüntü olarak hatıralarıma katıyorum.
Neden sonra Babaannem “gel bakayım sırtın terli mi..” diye çağırıyor beni. Sonra içeriye girmemin pek mümkün olmadığını görünce, uzatıveriyor o tombik pamucuk ellerini demir korkulukların arasından, “gel gel” diyor. “Yanaş ta bakayım a afacan!!!! Sırtıcığın su olmuştur senin şimdi..”
Sonra başka bir pencere önünde, bir başka dünyadan yansıyan, başka başka hayatları seyrediyorum. İnsanlar telaşlı, koşturuyor. Sağa sola savuruyorlar kendilerini. Hepsi sanki bir yerlere yetişecek, bir şeyler için geç kalmış gibi. Deniz hırçın, deniz öfkeli. Dalga dalga, köpük köpük çırpınmakta. O da annesinden mi ayrılmış? Yağmur yağıyor. Ben ağlıyorum. Sadece annemi özlüyorum. Dünya silinmiş. Gelip geçen insanların yüzlerini göremiyorum artık. Sadece annemi bekliyorum.
Sonunda görünüyor karşıdan. Yağmur diniveriyor tam o anda. Ama göz yaşlarım dinmiyor. Bu kez karışıyor bütün duygular birbirine. Küçücük ellerimle kalp çiziyorum camın buğusuna ve o kalbin içinden geçip geliyor bana doğru canımın içi. Daha da çok ağlıyorum. Bir de yazı yazmaya çalışıyorum şimdi ne olduğunu hatırlamadığım.
Öyle küçüktür ki pencereler, böylesine büyük manzaraları, bunca güzelliği, ve milyon tane anıyı belki de, nasıl olmuş ta hapsedivermiştir içine? Tıpkı yüreğimiz gibi küçüktür. Lakin bilemeyeceğimiz kadar büyüktür pencereler de. Hepsi başka bir yaşamı gizler ve başka başka dünyalara açılır sanki. Tıpkı yüreklerimiz gibi…
Not: Sevgili Dilek’in çok güzel bir kelime oyunu var. Ben biraz geç kaldım ama, mutlulukla katıldım. Dileyen arkadaşlar, Yıldız Yağmurlarında ıslanabilirler.
Hava ışıklanıp, akla kara seçilmeye başladığında, bostanlar çıkar ortaya. Kıpkırmızı domatesler fışkırmış o yemyeşilliğin arasından, nasıl da güzel görünür. Tıpkı gelincikler gibi utangaç ve narin. Ya altın renkli mısırlar, kendilerini iyice salıvermişler, iyice yaklaşmışlar mis kokulu toprağa. Minik bibercikler ve hemen yan komşusu bamyalar sanki üşümüş gibi sokulmuşlar kardeşlerine.
Ihlamur ağacının kokusu, sabah rüzgarında nasıl da tatlı tatlı vuruyor. İncirler ballanmış iyice. Bizi bekler doruklar.
Daha aşağısı orman. Hayaller kurmaya başlıyorum yine ormanın hafif karanlık, gizemli ve biraz ürkütücü görüntüsüne bakarak. Çeşit çeşit canavarlar yaratıp sonra da onlarla savaşırken buluyorum kendimi. Tam hepsini yok edip, zafer naraları atacakken, anneannemin o tatlı sesiyle kendime geliyorum. “A sakalını sevdüğüm, a benim kadun kızım, gel de kahvaltı et. Ne edersin iki saattir o camın önünde?”
Ah ananem, başı dumanlı Ilgaz’ı da azıcık seyredeyim, onun o sabah mahmurluğundaki azametine azıcık daha şaşıp kalayım, geliyorum.
Ananeciğimin nefis gözlemeleriyle, ihtimaldir ki sabahın beşinde kalkıp sağdığı tazecik süt ve afacan bir çocuk gibi tırmanıp folluklardan yeni bulduğu yumurtalarla hazırladığı o güzel kahvaltıların, gün gelecek tatlı bir anı, bir hayal olacağını hiç aklıma getirmemiştim o günlerde.
Sonra bir başka şehirde, bir başka pencerede, bu kez tam ters taraftayım. Bu defa pencereden değil pencereye bakıyorum. Korkulukları mavi ve bombeli, hafiften asma yaprakları kapatmış üst tarafını. Babaannem ve Dedem oturmuş divana, karşılıklı sohbet edip çaylarını içiyorlar. Korkulukların yer yer böldüğü harika bir tablo gibi.
Oyunu falan bırakıp öylece onları seyrediyorum. O kareyi beynime kazımak istercesine, belki de onlardan kalacak en güzel görüntü olarak hatıralarıma katıyorum.
Neden sonra Babaannem “gel bakayım sırtın terli mi..” diye çağırıyor beni. Sonra içeriye girmemin pek mümkün olmadığını görünce, uzatıveriyor o tombik pamucuk ellerini demir korkulukların arasından, “gel gel” diyor. “Yanaş ta bakayım a afacan!!!! Sırtıcığın su olmuştur senin şimdi..”
Sonra başka bir pencere önünde, bir başka dünyadan yansıyan, başka başka hayatları seyrediyorum. İnsanlar telaşlı, koşturuyor. Sağa sola savuruyorlar kendilerini. Hepsi sanki bir yerlere yetişecek, bir şeyler için geç kalmış gibi. Deniz hırçın, deniz öfkeli. Dalga dalga, köpük köpük çırpınmakta. O da annesinden mi ayrılmış? Yağmur yağıyor. Ben ağlıyorum. Sadece annemi özlüyorum. Dünya silinmiş. Gelip geçen insanların yüzlerini göremiyorum artık. Sadece annemi bekliyorum.
Sonunda görünüyor karşıdan. Yağmur diniveriyor tam o anda. Ama göz yaşlarım dinmiyor. Bu kez karışıyor bütün duygular birbirine. Küçücük ellerimle kalp çiziyorum camın buğusuna ve o kalbin içinden geçip geliyor bana doğru canımın içi. Daha da çok ağlıyorum. Bir de yazı yazmaya çalışıyorum şimdi ne olduğunu hatırlamadığım.
Öyle küçüktür ki pencereler, böylesine büyük manzaraları, bunca güzelliği, ve milyon tane anıyı belki de, nasıl olmuş ta hapsedivermiştir içine? Tıpkı yüreğimiz gibi küçüktür. Lakin bilemeyeceğimiz kadar büyüktür pencereler de. Hepsi başka bir yaşamı gizler ve başka başka dünyalara açılır sanki. Tıpkı yüreklerimiz gibi…
Not: Sevgili Dilek’in çok güzel bir kelime oyunu var. Ben biraz geç kaldım ama, mutlulukla katıldım. Dileyen arkadaşlar, Yıldız Yağmurlarında ıslanabilirler.
Yorumlar
her birinin önünde kuduğumuz hayllar farkıydı çocukken ergengen mutlu yada mutsuzken sonra anneyken endişeli hayller kurduk pencere önlerinde ben hep dugu durunuma göre
baktığımda pencereneden su an benim durumumda kaç kişi vardır diye düşünmüşüm dür çatılar neleri kapamıyor ki
kalplerimizide görmek için gönül gözü yle görmek gerketiğpi gibi
Ablacım beni okumaya devam etmek istersen, emozt29@gmail.com adresine mailini at,ben sana davetiye gönderirim.
ve evet evet evet daha daha daha resim.:))))
bir de... Sardunya benimle mi tanışmış. :))
merhaba o halde.:))))
Öncelikle çok ne kadar sevindim görünce bilemezsin, bu kelimeleri senin satırlarından okumanın ne kadar keyifli olacağını zaten tahmin ediyordum, tahminimden kat kat daha keyifli oldu.
Dilerim bundan sonra da güzel sözlerinle bizimle olmaya devam edersin.
Okurken çok tanıdık pencerelerden bakıyormuşuz hissine kapıldım ve açıkçası duygulandım da..:(
Sevgiler
Dilek
sevgilerimle...
Öptüm..
nimet
Mehmet
mutlandım bir süre...
ve pencereden baktiginda sadece soguk görsen yollar ve ici buz tutmus insanlar ..
Sardunyacım, rica ederim ne demek..
Civcivcim, hayat nereye savurursa oraya doğru yol aldık hepimiz. Ve bu sırada ne pencereler açıldı neleri kapandı bizim için..
Renklercim, çok olur mu.. az bile istiyorsun. Hepimiz aynı şeyleri istemiyor muyuz sonuçta. Lakin nafile geçen günler gelmiyor geri..
Kakaolucum, yağmurda pencereden bakmak, hele de azıcık hüzün yapmışsan ne güzeldir. Atarım canım maili, tabii ki okumak istiyorum seni..
Yağmurumcum, gel canım gidelim birlikte o pencerenin önüne. Ilgaz'ı seyredelim beraberce..
Sardunyacım, valla pek yağmurlu oldu heryerler.. ne güzel ne güzel..
Dilekcim, bu güzel oyun ve bu oyun etrafında buluşan dostlar için inan çok mutluyum ben de.. bu güzel sözlerin için çok teşekkür ederim. Sonuçta hepimiz benzer pencerelerden bakıyoruz hayata ve sanırım bizi birleştiren de bu..
Sevgili Evvel Zaman İçinde merhabalar.:) Ah yanımda olsa da sevse sakalumu canım ananem..
Gamzelim tatlı kuşum, ben de seni öptüm. Haydi yaz sen de birşeyler bakalım..
Nimetcim, anlarsın bu yakınlarda nasılsa. Sen daha da süpersin bence, zannımca, kanımca..
Sevgili Reality, çok teşekkür ederim güzel sözlerinize. Merhabalar..
Beyhancım, bizim oralara mı geldin yoksa.. keşke gelsen..
Perilim, ne güzel.. seni mutlandıran şeyler inan her hatırladığımda beni de karmakarışık ediyor canım..
Hayal Perisi, sen o pencereden baktığında, memleketinde seni düşünen, seni seven, senin duygularını paylaşan dostlarını görsen. Bak bir hele.. bak el sallıyorlar sana uzaktan..
Andycim, bir baksan, bir görsen Ilgaz'ı.. başka herşey sana küçük, basit görünür diye düşünüyorum. Hatta hayatın kendisi bile..
Bugünovniacım, her çocuğun vardır değil mi böyle bir mabedi. Kiminin bir pencere içi, kiminin bir ağaç kovuğu. Ah şimdi nerelere sığınsak. Kalmadı hiç yerimiz de..
Bilun'um canımsın. Hüzün güzeldir bazen, arada sırada..
Elçincim, bundan sonra baktığın tüm pencereler mutluluk manzaraları göstersin. Karlı kışlı, günlük güneşlik, nasıl istersen.. gönlün nasıl dilerse canım..
Perilimcim, hem işte felaket bir yoğunluk, hem de dediğin gibi yazılılar fena bastırdı canım..
kalemine sağlık.
tebrikler.