KÜÇÜKTÜM UFACIKTIM
Ben var ya bu blog aleminin ebesini….
Dur yahu ne sinirleniyosun? Ebesini, sobesini pek seviyorum diyecektim. Sevgili kardeşim Figenim sobelemiş beni. Zevkle efenim. Buyrun başlayalım.
Ben Güccükkene…. Çok mutluydum çoook. Bu mutluluğum benim çocukluğumda her şeyin daha güzel olmasından mıydı yoksa ben çocuk olduğum için her şeyin daha güzel görünmesinden mi bilmiyorum. Ya da çocuk olmanın kendisi güzel ve mutluluk verici bir şeydi de ondan belki .
İşte ben o yüzden hep bir yanımı çocuk tutuyorum. Saf, temiz, masum, iyi niyetli, bazen öfkeli ama öfkesi saman alevi, öylece pat küt işte. O çocuğu büyütmedim hiç. Büyütmeyeceğim de.
O yüzden ben güccükkene ne isem, şimdi de oyum. Afacan, geveze, huysuz, sevgi arsızı, gönül hırsızı, ota b.ka ağlayan, ağladıktan hemen sonra kahkahalar atabilen, tehlike sezdiğinde annesinin kucağına sığınan, incitildiğinde yüreği paramparça olan ama asla kin tutmayan, koşup, düşüp her tarafını yara bere yapan yine de kalkıp koşmaya devam eden, yeri geldiğinde gözü kara, devleri bile yenebilecek kadar güçlü olduğunu düşünen ve kendisinden on kat daha büyük canavarlarla savaşıp duran küçük kız çocuğuyum hala.
Aslında Ben… Nasıl desem? Neysem oyum işte. Görünen köye kılavuz ne gerek? Bana bir adım gelene on adım giden, bir adım kaçandan da aynı jet hızıyla uzaklaşabilen bir tür ortam insanı.
İlk kopyam... Hiç kopya çek(e)medim. Ama, kopya verme hikayelerim vardır. Onu bir başka zaman anlatsam olur mu? Olur olur.. Bu yazı aldı başını gidiyor zaten. “Yazalak” oldum ben. Tutamıyorum kendimiii..
En Saçma Huyum... Saçma mı bilmiyorum ama, en sevmediğim huyum öyle aniden parlayıvermemdir. Gereksiz yere sinirlenip söylemek istemediğim şeyler söyler, sonra da pişman olup sırnaşırım. Kendimi affettirene kadar yılışırım da yılışırım.
Bunu da en çok koca kişisine yaparım. Yazıktır benim Bretim Pitime. Ama sanırım O da dengesiz hatunlardan hoşlanıyor. Yoksa bu zamana çoktaaan bırakırdı beni. Zaten dayanılmaz cazibeme nasıl karşı koysun yavrucak.
Cep Telefonum… Heh işteee.. geldik zurnanın zortladığı deliğe. Şimdi ben öyle ahkamlar kestim ya.. aman efendim millette iki tane cep telefonu varmış da.. işte her bi taraflarında cep telefonlarıyla geziyorlarmış da.. Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı hesabı, tam üç adet telefonum var söylemesi ayıp. (Ayıpsa niye söylüyon o zaman? Görgüsüz seniiii..)
Dur yahu.. hemen celallenme. Bi müsaade et de anlatalım di mi.. Bir tanesi mecburiyetten kullandığım şirket telefonum ki, kendisini habire iş yerinde masanın üzerinde unutup eve gittiğimden dolayı, patronumla daha geçen sabah papaz oluyorduk neredeyse. Sonraki paragraflardan birinde ayrıntı vereceğim. Şu anda nereye denk gelir kestiremiyorum.
İkinci telefonum şu sana bahsettiğim, her daim çekmecede, jilet gibi katlanmış çamaşırlarımın altında mutlu mesut yaşayan zavallı aygıt. Mesajları iki gün, cevapsız çağrıları haftasına gördüğümü söylememe gerek var mı bilemiyorum. Yanımda taşımadığım için ondan bundan yediğim fırçalar da cabası.
Gelelim üçüncü ve en taze telefonuma. Benim kara gözlü yavru kuzularım, (Hayır, kuzu zaten koyun yavrusudur, yavru kuzu nasıl oluyorsa..) harçlıklarından biriktirip bana yeni bir telefon ve hat almışlar. (Oy anneleri ölsün onlara) Sıkı sıkı da tembihlediler “anne bak bu hep yanında olsun tamam mı? Öbürü gibi yapma he..” şeklinde.
Yavrucaklarıma kıyabilir miyim hiç? İlk gün aldım yanıma. Sağa sola da mesajlar attım. “Bak bu benim yeni numaram. Hep yanımda olacak heeee.. eskisi gibi değil” diye teminat verdim. Akşamüzeri şarjı bitti. Kimsecikler ulaşamadı. İkinci gün evde şarjda bıraktım. (Tamam.. itiraf ediyorum.. unuttum. Alışmadık cepte telefon durmuyor işte.) Üçüncü gün yine evde bu sefer masanın üzerinde unuttum. (Ya tamam işte ne yapayım? Ben böyleyim yahu.. Kızma bana.. sev beni.)
İşte patroncuğumun çıldırması da o günün sabahına rastlar. Ki kendisini çok severim ve kendisi dünyanın belki de en sakin, en halim-selim insanlarından biridir. Şimdi ben kendi hattımı evde, şirket hattımı da şirkette bırakınca ve sevgili patroncuğum da çok önemli bir mevzuda benimle görüşmek isteyip ulaşamayınca, hafiften sinir yapmış. Dediğim gibi, yıllardır tanırım kendisini bir iki kez rastlamışımdır sinirli haline. (Ulen melek gibi adamı bile çileden çıkardın kızım ya…)
Sabah kendisiyle karşılaşınca bana “İncegüüüül, niye bıraktın telefonunu?” diye hafiften sitemli sordu haliyle. “Unutmuşum patroncuğum. Yoksa valla kasti bişey yok” şeklinde yanıt verdim. Tabii benim bu şirinliğim yok mu… her şirkete benden bi tane lazım kardeşim.. ölmeyim ben e mi… dayanamadı yumuşayıverdi hemen. (Megalomanlığın zirvelerinden indirin beni artık.)
Dur yahu ne sinirleniyosun? Ebesini, sobesini pek seviyorum diyecektim. Sevgili kardeşim Figenim sobelemiş beni. Zevkle efenim. Buyrun başlayalım.
Ben Güccükkene…. Çok mutluydum çoook. Bu mutluluğum benim çocukluğumda her şeyin daha güzel olmasından mıydı yoksa ben çocuk olduğum için her şeyin daha güzel görünmesinden mi bilmiyorum. Ya da çocuk olmanın kendisi güzel ve mutluluk verici bir şeydi de ondan belki .
İşte ben o yüzden hep bir yanımı çocuk tutuyorum. Saf, temiz, masum, iyi niyetli, bazen öfkeli ama öfkesi saman alevi, öylece pat küt işte. O çocuğu büyütmedim hiç. Büyütmeyeceğim de.
O yüzden ben güccükkene ne isem, şimdi de oyum. Afacan, geveze, huysuz, sevgi arsızı, gönül hırsızı, ota b.ka ağlayan, ağladıktan hemen sonra kahkahalar atabilen, tehlike sezdiğinde annesinin kucağına sığınan, incitildiğinde yüreği paramparça olan ama asla kin tutmayan, koşup, düşüp her tarafını yara bere yapan yine de kalkıp koşmaya devam eden, yeri geldiğinde gözü kara, devleri bile yenebilecek kadar güçlü olduğunu düşünen ve kendisinden on kat daha büyük canavarlarla savaşıp duran küçük kız çocuğuyum hala.
Aslında Ben… Nasıl desem? Neysem oyum işte. Görünen köye kılavuz ne gerek? Bana bir adım gelene on adım giden, bir adım kaçandan da aynı jet hızıyla uzaklaşabilen bir tür ortam insanı.
İlk kopyam... Hiç kopya çek(e)medim. Ama, kopya verme hikayelerim vardır. Onu bir başka zaman anlatsam olur mu? Olur olur.. Bu yazı aldı başını gidiyor zaten. “Yazalak” oldum ben. Tutamıyorum kendimiii..
En Saçma Huyum... Saçma mı bilmiyorum ama, en sevmediğim huyum öyle aniden parlayıvermemdir. Gereksiz yere sinirlenip söylemek istemediğim şeyler söyler, sonra da pişman olup sırnaşırım. Kendimi affettirene kadar yılışırım da yılışırım.
Bunu da en çok koca kişisine yaparım. Yazıktır benim Bretim Pitime. Ama sanırım O da dengesiz hatunlardan hoşlanıyor. Yoksa bu zamana çoktaaan bırakırdı beni. Zaten dayanılmaz cazibeme nasıl karşı koysun yavrucak.
Cep Telefonum… Heh işteee.. geldik zurnanın zortladığı deliğe. Şimdi ben öyle ahkamlar kestim ya.. aman efendim millette iki tane cep telefonu varmış da.. işte her bi taraflarında cep telefonlarıyla geziyorlarmış da.. Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı hesabı, tam üç adet telefonum var söylemesi ayıp. (Ayıpsa niye söylüyon o zaman? Görgüsüz seniiii..)
Dur yahu.. hemen celallenme. Bi müsaade et de anlatalım di mi.. Bir tanesi mecburiyetten kullandığım şirket telefonum ki, kendisini habire iş yerinde masanın üzerinde unutup eve gittiğimden dolayı, patronumla daha geçen sabah papaz oluyorduk neredeyse. Sonraki paragraflardan birinde ayrıntı vereceğim. Şu anda nereye denk gelir kestiremiyorum.
İkinci telefonum şu sana bahsettiğim, her daim çekmecede, jilet gibi katlanmış çamaşırlarımın altında mutlu mesut yaşayan zavallı aygıt. Mesajları iki gün, cevapsız çağrıları haftasına gördüğümü söylememe gerek var mı bilemiyorum. Yanımda taşımadığım için ondan bundan yediğim fırçalar da cabası.
Gelelim üçüncü ve en taze telefonuma. Benim kara gözlü yavru kuzularım, (Hayır, kuzu zaten koyun yavrusudur, yavru kuzu nasıl oluyorsa..) harçlıklarından biriktirip bana yeni bir telefon ve hat almışlar. (Oy anneleri ölsün onlara) Sıkı sıkı da tembihlediler “anne bak bu hep yanında olsun tamam mı? Öbürü gibi yapma he..” şeklinde.
Yavrucaklarıma kıyabilir miyim hiç? İlk gün aldım yanıma. Sağa sola da mesajlar attım. “Bak bu benim yeni numaram. Hep yanımda olacak heeee.. eskisi gibi değil” diye teminat verdim. Akşamüzeri şarjı bitti. Kimsecikler ulaşamadı. İkinci gün evde şarjda bıraktım. (Tamam.. itiraf ediyorum.. unuttum. Alışmadık cepte telefon durmuyor işte.) Üçüncü gün yine evde bu sefer masanın üzerinde unuttum. (Ya tamam işte ne yapayım? Ben böyleyim yahu.. Kızma bana.. sev beni.)
İşte patroncuğumun çıldırması da o günün sabahına rastlar. Ki kendisini çok severim ve kendisi dünyanın belki de en sakin, en halim-selim insanlarından biridir. Şimdi ben kendi hattımı evde, şirket hattımı da şirkette bırakınca ve sevgili patroncuğum da çok önemli bir mevzuda benimle görüşmek isteyip ulaşamayınca, hafiften sinir yapmış. Dediğim gibi, yıllardır tanırım kendisini bir iki kez rastlamışımdır sinirli haline. (Ulen melek gibi adamı bile çileden çıkardın kızım ya…)
Sabah kendisiyle karşılaşınca bana “İncegüüüül, niye bıraktın telefonunu?” diye hafiften sitemli sordu haliyle. “Unutmuşum patroncuğum. Yoksa valla kasti bişey yok” şeklinde yanıt verdim. Tabii benim bu şirinliğim yok mu… her şirkete benden bi tane lazım kardeşim.. ölmeyim ben e mi… dayanamadı yumuşayıverdi hemen. (Megalomanlığın zirvelerinden indirin beni artık.)
Neticede bu meret bundan on beş sene öncesine kadar hayatımızda yoktu. E onsuz da yaşanabilirmiş demek. Aha da ben yaşıyorum. Kanlı canlı ispatıyım bunun. Allaaa allaaaa. Tamam ya.. üstüme gelmeyin ya.. bu gün itibarıyla unutmayacağım… sözzzz..
Aşk Bence... Külüstür bir otobüste tekerlek üstü koltukta yolculuk ederken hani bir tümsekten geçersin de için böyle bir hoplar ya... ahan da böyle bir şeydir işte. Tümseği geçersin ve hoplama moplama kalmaz canım. Yine tangır tungur gider durursun o dökük otobüsün içinde.
Asıl önemli olan sabah uyandığında gözleri Japon balığı gibi şişmişken, saçı başı darmaduman olmuşken onu dünyanın en yakışıklı erkeği gibi görmek. Karnını kaşıdığında, geğirdiğinde ve hatta yellendiğinde bile onu çekici bulabilmek. Kokuşmuş çoraplarını yatağın başucuna, bu da yetmezmiş gibi senin yattığın tarafa koymasına hiiiç sinirlenmemek bu durumda bile onun çimen gözlü prensin olduğunu düşünmektir.
En Sevdiğim Bloglar... En sevdiğim blogları değil de blogırları yazayım şimdi sırasıyla.
Hadi canım hadi.. yok öyle. Kimsecikler isim vermemiş benim ağzımdan laf mı alacağını sanıyorsun Günlük sen? Nasıl tuzaklar var gördün mü bu yazıda? Dikkat et valla. Tehlikeli bir manyakla karşı karşıya olabilirsin.
Yan tarafta linkleri olan arkadaşlarımı ve de linkleri iki arada bi derede güncellediğim için atlamış olabileceğim, ama sık kullanılanlarda yer alan ve yakında fark edip “ yuh bana nasıl da es geçmişim tüküreyim kafama” şeklinde kendime kızıp ekleyecek olduğum arkadaşlarımın hepsini çok seviyorum. Bana kızmasınlar. Ya da kızsınlar “ kızzzz şabalak İncegül, yan tarafta niye bizim adımız yok hıııı!!” şekli yapıp beni uyarsınlar.
Bir de yan tarafta bulunan, ama artık yazmayan ya da bir şekilde dükkanı kapatıp giden arkadaşlarımı da silmiyorum. Belki bir gün dönerler diye…
Bu arada Limon, Azimli ve Zarife kızlarına da bu vesileyle seslenmiş olayım.. “kızzz niye davetiye yollamıyonuz bebeğimmm.. yoksa beni sevmiyonuz mu?” Dilek 35 ciğim senden de davetiye bekliyorum hayatım. Alır çiçeğimi, çikolatamı gelirim. Bir bardak demli çaya tavım bak. Bir şey de istemem. Gönderdin de ben görmediysem affet diyorum. Tekrar bekliyorum.
He bir de vakitsizlikten bazen uğrayamadığım ya da uğrasam da selam bırakamadığım zaman bana darılmayın canlarım olur mu? Hakikaten çok yoğun çalışıyorum. E hayat zor biliyorsunuz.
Ebe olmayan kaldı mı bilemiyorum ama sanırım Sevgili Arkadaşım İpek henüz sobelenmedi bu konuda. Haydi bakalım...
He bir de vakitsizlikten bazen uğrayamadığım ya da uğrasam da selam bırakamadığım zaman bana darılmayın canlarım olur mu? Hakikaten çok yoğun çalışıyorum. E hayat zor biliyorsunuz.
Ebe olmayan kaldı mı bilemiyorum ama sanırım Sevgili Arkadaşım İpek henüz sobelenmedi bu konuda. Haydi bakalım...
Yorumlar
yelkencister@gmail.com
ben bu yazıda çocukların ettiği masrafaacıdım valla bacım ne diyeyim. yeni telefon ve hat yerine sana şöyle şık bir telefon çantası alıp (hatta 2 tane)birini bir bileğine, birini de öbür bileğine yapıştırsalarmış yahuu.:))
bu sayede patronda annelerine bağırmazmıış.:)
hi� an� tarz� bir kitap yazmay� d�nd�nm�..k�sa k�sa hikayeler gibi.anlat�m�n �ok g�zel neden bir kitapta toplayamas�n diye bir fikir geldi akl�ma.
Cep telefonu konusunda da belkide en iyi olanı sen yapıyorsun ablacım, hepimiz senin gibi unutsak iyi olacak aslında :)))
Öpüyorum çok, iyi haftalar...
zaten öyle seni göremedim henüz ama göründüğün gibi olduğuna eminim...
senin parlamış halini hiç düşünemiyorum...
telefon konusunda eh maşallah yani diyorum
aşk konusunda ,gerçekçi ol incegülüm aşk maşk değil artık alışkanlık bunlar diyorum Hööh ne diyom ben ya...
ama birazcık gerçeklik payı yok mu Allahaşkına,söyle...
Sen hep yazalak kal emi canım...
demli Çay
Bu arada blog ayarlarınız değişmiş, blogcu olarak yorum yazamıyorum, google hesabımı kullandığımda da eşimin ismi özgür görünüyor, neyse idare edicem artık
Demli çay
www.blogcu.com/yaldizy
Biri beni mi çağırdıııı.
Buylun benimmm.
Aşk tarifi süper ZuzumFuzum.Cep konusunda ebenle cinsel ilişiye girmiş bi insanım,sinir etmiştin len beni.
Çocukluğunun mutlu geçmesi ne güzel.
Dilekciğim, çok teşekkür ederim güzel sözlerine. Geldim, gördüm ve çok sevdim sıcaklığını.:)
Soficim, daha ne diyeyim değil mi?:)
Renklerciğim, bu devirde benim gibileri kalmış demek, yalnız olmadığıma ben de çok sevindim canım.:)
Yağmurumcum, söyleyeyim ben yavrucaklara da bayram harçlıklarıyla alsınlar bana o dediklerinden. Zamklı olanlarından.:)
Gamzeli kız, oy ben seni severim. Estağfurullah güzelim benim. Siz beni seviyonuz ya ondan öyle. Ben de sizi tabii. Bu arada seviyonuz dimi?:)
Cemileciğim, canımsın. Ben burada çok mutluyum. Güzel sözlerin için sağol güzelim benim.:)
Mutlucuğum, belki de öyledir dimi güzelim. Unut gitsin bütün cep telefonlarını. Bu aşk tanımı senin için çok erken. Sizin tümsekler daha çoook.:) Sana da güzel haftalar canikom.
Emrecim, taze gelinim. Hoşgeldin kuşum. Biz de öperiz mrrr seni.:)
Aslıcım, ah ah sadece oyun oynayabilmek ne güzel olurdu.:)
Perilimcim, he ya ben mutlu bir çocuk, mutlu bir hatun ve mutlu bir insanım. Ne mutlu.:) Aşk konusu alengirli biraz. Anlık işte biliyorsun bazı şeyler. Var tabi gerçeklik payı olmaz mı? Bu arada ceplerin hepsini işyerinde unuttum bu sefer. Şu kitabı bir an önce bulsan ya...:)
Senaberacığım, içine atacan güzelim. Ya da kirli sepetine yollayacan o çorabı koyanı.:)
Demli çaycığım, ben de senin adın sanmıştım. Hatunlarda pek severim erkek ismi. Olsun olsun ben senin mis gibi demli kokundan anlarım sen olduğunu. Sağol canım güzel sözlerin için.:) Blogun var ise tam adres rica edeyim. Yarım çıkmış. E biz de ziyaret edelim değil mi?:)
Figenimcim, canım ikiz kardeşim, dua edelim de arada yolda tümsek olsun o zaman.:) Canımmm, küsme.. hangısı hemen söyle yenisini yazayım.:)
Muhabbetim, aha da işte içindeki çocuğu sağ salim buralara getirebilmişsen yaşamın anlamı budur. Bir bak yoksa nedir hayat.. Ne güzel ne mutlu sana o zaman.:) Ben de öptüm canım.:)
Biyom kedim, hee seni çağırdım ben.:) Anam sen benim ebemle.. oy oy. Kız telefonu kullanmayı beceremeyen benim be.:) Bu akşam hepiciğini işyerinde unutmuşum. Patron arayacak olursa, kesin kovuldum. Çaresiz koca kişisinden iş istiycez artık.:)
diğerleri ile hiç aram yoktur.Bu
arada çok akıcı ve güzel yazıyor-
sunuz.Sevgi ve Selamlar,
Naciye Özkasım
Elçinim, he valla kız var ya öyle renkli renkli askılar, asıyolar boyunlarına. Benimki de üçü bi yerde gerdanlık gibin olur diyosun canım.:)
Sevgili Naciye, teşekkür ederim güzel sözlerin ve yorumun için. Yalnız olmadığımı bilmek iyi geliyor gerçekten.:) Sevgiler..
Aşkı tarifin çok hoşuma gitti.Kafası kelde olsa karizmatik geliyor mesela....
Sevgilerimle...
Hacerim, ah güzelim kıyamam ben sana. Yahu başlayınca kendimi tutamıyorum. Bir de kısaltıyorum ben bunları.:) Sevgiler canım..
yüreğine sağlık ablacım.
suzem