ÇOCUKÇA

Gül bahçesinde tomurcuktur çocuk. Yüreğimizi aydınlatan bir gülücük, ruhumuzu ferahlatan bir sözdür. Bir sarılma, sarmalamadır sevgi dolu. Hesapsız, çıkarsız masum bir öpücüktür. Çocuk her şeydir. Çocuk hayattır. Milyonlarca sayfaya sığdıramayacağın engin bir okyanustur çocuk. Kalbinde taşıdığın minicik bir damla. Ve mutluluğun resmidir çocuk.
Ve yüreğinde sakladığın mabedindir çocukluğun. Hayat seni hırpaladığında sığındığın. Kimselere dokundurmadığın. Herkesten, her şeyden sakınıp sakladığın.
Bu iki güzel sözcükle devam ediyor kelime oyunumuz. İşte burada toplaşıyoruz. Gelmek isteyen dostlara açık davettir.
Zamanında tazecik bir blogger iken, belki de daha kimselere ulaşamamışken sesim, yazmış olduğum çocuksu yazılardan iki tanesini düzenledim sizin için. Beğen beğen oku yani.
CANIMIN İÇİNDEKİ CAN
Haberi ilk aldığında belki şaşkınlıktan, belki sevinçten, kim bilir belki de kararsızlıktan afallarsın önce. Sonra için içine sığmaz olur. Heyecan, adrenalin, aşk belki de. Gerçek aşk.
Önce ilk kıpırtılarını duyarsın. O nasıl bir şeydir öyle? İçinde bir can taşımaktasındır. Senin vücudunda yeni bir hayat filizlenmektedir. Senin bir parçan, ama bambaşka bir yaşam.
Aylarca can cana yaşarsın onunla. Kimi zaman sıkılır, bitsin artık bu hamallık dersin. Lakin O, bir tekmeyle kendine getirir seni. “Ben bütün bu sıkıntılara değerim” der sanki.
Sonra o dışarıya çıkmak ister. Vakittir. Zamanı gelmiştir artık. O an öleceğini düşünürsün. Bir insan bu kadar acı çekiyorsa ancak ölüyordur diye düşünürsün. Sen böyle bir inanılmazın kolaycacık, hemencecik olacağını düşünmüş müsündür ahmakça?
Kolay olan, imkansız kadar anlamlı mıdır? Zorlar insanı en güzele erişmek. Zorlanırsın. Ama her şey bittiğinde aslında yeni bir hayattır ortaya çıkan. Senin bedeninden başka bir beden gelmiştir dünyaya. Bundan daha büyük, daha gerçek, daha güzel bir mucize olabilir mi?
Sonra kucağındaki minik varlığa bakarsın, bakarsın, inanamaz, bir daha bakarsın. Gülersin, ağlarsın. Allak bullak olup dağılırsın. Daha önce tatmadığın hazlar, daha önce bilmediğin duygularla karma karışık olursun. Bu dünyanın en kendine has kokusuyla kendinden geçer, kaybolursun.
Sonra toparlanırsın. Bu miniği dünyaya getirdin ve ona bu dünyada ayakta kalmasını öğretmek de senin görevindir. Senin artık dağılmak, parçalanmak, kaybolmak gibi lükslerin olamaz. İçinden geleni, omzuna alırsın.
Omuzlarındaki bu büyük, tatlı yükün ağırlığıyla daha da güçlenirsin. Kartalın kanatları, aslanın pençeleri ve bir güvercinin naifliği ile donanır, kadın olarak zaten çelik gibi olan sen, geçilmez olursun. Yıkılmaz olursun.
Artık onun hem meleği, hem koruyucusu, hem yol göstericisi, hem kılavuzu, hem yoldaşı olursun. Onun her şeyi olursun. O nasıl senin her şeyin olduysa.
Gözünün önünde büyüyen bir çiçek gibi büyür canın. Sen her anının şahidi olduğun halde inanamazsın. O senin minik bebeğindir ne kadar büyürse büyüsün. Oysa o farkındadır artık bebek olmadığının. Hatta senden daha fazla farkına varır. Kendi fikirleri, kendi duyguları, kendi doğruları, kendi yanlışlarıyla bir başka can olduğunun farkındadır artık. Ayakları üzerinde durmak için çabalayan bir ceylan yavrusu gibi çırpınmaktadır bebeğin. Önce sana, sonra tüm dünyaya büyüdüğünü haykırmak ister gibi.
Biraz acıtsa da kabullenirsin. Hatta gururlanırsın. Belli etmeden onu hala koruyup kollarsın. Sen onun her şeyi değilsindir artık ama o hala senin her şeyindir. Ve sen yaşadıkça öyle kalacaktır.
YENİDEN ÇOCUK OLABİLSEYDİM
Nefret ederdim “bizim zamanımızda” diye başlayan cümlelerden. Büyüklerin bizi kandırmak, yola getirmek için söylediği içi boş şeylerdi onlar.
Oysa şimdi çok özlüyorum “bizim zamanımızı”. Özellikle de çocukluk yıllarımı. Şimdi ben kuruyorum yavrularıma bu iki sözcükle başlayan cümleleri.
Onlar, günümüz çocukları bizim kadar şanslı değiller ne yazık ki. Evet bir dünya oyuncakları var. İşte bu yüzden bir oyuncak için aylarca mutlu olmuyor, ve onu nadide bir mücevher gibi saklayıp sakınmıyorlar. Bilgisayar başında sanal arkadaşlarıyla sanal oyunlar oynuyorlar. Bunun için saklambaç körebe dokuz taş oynamayı, düşüp kalkmayı, küsüp barışmayı, gerçek arkadaşların sıcaklığını bilmiyorlar.
Onları okul dönüşü anneleri karşılayamıyor kapıda. Sütün yanına yeni pişmiş tazecik kurabiye yiyemiyorlar. Arife gecesi başucuna yeni ayakkabısını koyup uyumuyorlar. Çünkü zaten her zaman yeni ayakkabıları oluyor. Bu yüzden bayramda alınan o bir çift ayakkabının ne kıymetli olduğunun farkına varamıyorlar. Bayram harçlıklarını biriktirip göçebe kurulan lunaparkta gizli gizli dönme dolaba binmenin ne zevkli bir şey olduğunu hiç yaşamadılar ve maalesef hiç yaşayamayacaklar.
Yine de çocuk onlar. Yine de mutlu olacak bir sürü şey bulabilirler. Çocuk olmak mutlu olmak demek değil mi zaten?
Umarım büyüdüklerinde, yani “yaşlıların dilini öğrendiklerinde” çocukluklarını tıpkı bizim gibi gülümseyerek hatırlarlar. Her halükarda ne güzel şeydir çocuk olmak.
Köşedeki fırının ekmek kokusunu.
Sıcak ekmekleri eve taşırken ellerimin yanmasını.
Kavanoz dibi gözlüklü şekerci amcayı ve onun nane şekerlerini.
Kocaman bir külah kaymaklı dondurmayı üstüme başıma bulaştırarak yemeyi.
Kasketin altından, çaktırmadan bizim misket oynayışımızı seyreden terzi amcaya el sallamayı.
Bahçeye lunapark kurup, mahalledeki diğer yavrulara bilet kesmeyi.
Kaptan amcanın bahçesine girip, zılgıtı yemeyi.
Ablaların konuşmalarını gizlice dinleyip ispiyonlamayı.
Erkek çocuklarla kavga etmeyi.
İp atlamayı.
Düşüp düşüp oramı buramı yaralamayı.
Sokaklarda it gibi koşturup yorulmamayı.
Horoz şekerini
Bayramlarda el öpüp harçlık almayı.
Ve yüreğinde sakladığın mabedindir çocukluğun. Hayat seni hırpaladığında sığındığın. Kimselere dokundurmadığın. Herkesten, her şeyden sakınıp sakladığın.
Bu iki güzel sözcükle devam ediyor kelime oyunumuz. İşte burada toplaşıyoruz. Gelmek isteyen dostlara açık davettir.
Zamanında tazecik bir blogger iken, belki de daha kimselere ulaşamamışken sesim, yazmış olduğum çocuksu yazılardan iki tanesini düzenledim sizin için. Beğen beğen oku yani.
CANIMIN İÇİNDEKİ CAN
Haberi ilk aldığında belki şaşkınlıktan, belki sevinçten, kim bilir belki de kararsızlıktan afallarsın önce. Sonra için içine sığmaz olur. Heyecan, adrenalin, aşk belki de. Gerçek aşk.
Önce ilk kıpırtılarını duyarsın. O nasıl bir şeydir öyle? İçinde bir can taşımaktasındır. Senin vücudunda yeni bir hayat filizlenmektedir. Senin bir parçan, ama bambaşka bir yaşam.
Aylarca can cana yaşarsın onunla. Kimi zaman sıkılır, bitsin artık bu hamallık dersin. Lakin O, bir tekmeyle kendine getirir seni. “Ben bütün bu sıkıntılara değerim” der sanki.
Sonra o dışarıya çıkmak ister. Vakittir. Zamanı gelmiştir artık. O an öleceğini düşünürsün. Bir insan bu kadar acı çekiyorsa ancak ölüyordur diye düşünürsün. Sen böyle bir inanılmazın kolaycacık, hemencecik olacağını düşünmüş müsündür ahmakça?
Kolay olan, imkansız kadar anlamlı mıdır? Zorlar insanı en güzele erişmek. Zorlanırsın. Ama her şey bittiğinde aslında yeni bir hayattır ortaya çıkan. Senin bedeninden başka bir beden gelmiştir dünyaya. Bundan daha büyük, daha gerçek, daha güzel bir mucize olabilir mi?
Sonra kucağındaki minik varlığa bakarsın, bakarsın, inanamaz, bir daha bakarsın. Gülersin, ağlarsın. Allak bullak olup dağılırsın. Daha önce tatmadığın hazlar, daha önce bilmediğin duygularla karma karışık olursun. Bu dünyanın en kendine has kokusuyla kendinden geçer, kaybolursun.
Sonra toparlanırsın. Bu miniği dünyaya getirdin ve ona bu dünyada ayakta kalmasını öğretmek de senin görevindir. Senin artık dağılmak, parçalanmak, kaybolmak gibi lükslerin olamaz. İçinden geleni, omzuna alırsın.
Omuzlarındaki bu büyük, tatlı yükün ağırlığıyla daha da güçlenirsin. Kartalın kanatları, aslanın pençeleri ve bir güvercinin naifliği ile donanır, kadın olarak zaten çelik gibi olan sen, geçilmez olursun. Yıkılmaz olursun.
Artık onun hem meleği, hem koruyucusu, hem yol göstericisi, hem kılavuzu, hem yoldaşı olursun. Onun her şeyi olursun. O nasıl senin her şeyin olduysa.
Gözünün önünde büyüyen bir çiçek gibi büyür canın. Sen her anının şahidi olduğun halde inanamazsın. O senin minik bebeğindir ne kadar büyürse büyüsün. Oysa o farkındadır artık bebek olmadığının. Hatta senden daha fazla farkına varır. Kendi fikirleri, kendi duyguları, kendi doğruları, kendi yanlışlarıyla bir başka can olduğunun farkındadır artık. Ayakları üzerinde durmak için çabalayan bir ceylan yavrusu gibi çırpınmaktadır bebeğin. Önce sana, sonra tüm dünyaya büyüdüğünü haykırmak ister gibi.
Biraz acıtsa da kabullenirsin. Hatta gururlanırsın. Belli etmeden onu hala koruyup kollarsın. Sen onun her şeyi değilsindir artık ama o hala senin her şeyindir. Ve sen yaşadıkça öyle kalacaktır.
YENİDEN ÇOCUK OLABİLSEYDİM
Nefret ederdim “bizim zamanımızda” diye başlayan cümlelerden. Büyüklerin bizi kandırmak, yola getirmek için söylediği içi boş şeylerdi onlar.
Oysa şimdi çok özlüyorum “bizim zamanımızı”. Özellikle de çocukluk yıllarımı. Şimdi ben kuruyorum yavrularıma bu iki sözcükle başlayan cümleleri.
Onlar, günümüz çocukları bizim kadar şanslı değiller ne yazık ki. Evet bir dünya oyuncakları var. İşte bu yüzden bir oyuncak için aylarca mutlu olmuyor, ve onu nadide bir mücevher gibi saklayıp sakınmıyorlar. Bilgisayar başında sanal arkadaşlarıyla sanal oyunlar oynuyorlar. Bunun için saklambaç körebe dokuz taş oynamayı, düşüp kalkmayı, küsüp barışmayı, gerçek arkadaşların sıcaklığını bilmiyorlar.
Onları okul dönüşü anneleri karşılayamıyor kapıda. Sütün yanına yeni pişmiş tazecik kurabiye yiyemiyorlar. Arife gecesi başucuna yeni ayakkabısını koyup uyumuyorlar. Çünkü zaten her zaman yeni ayakkabıları oluyor. Bu yüzden bayramda alınan o bir çift ayakkabının ne kıymetli olduğunun farkına varamıyorlar. Bayram harçlıklarını biriktirip göçebe kurulan lunaparkta gizli gizli dönme dolaba binmenin ne zevkli bir şey olduğunu hiç yaşamadılar ve maalesef hiç yaşayamayacaklar.
Yine de çocuk onlar. Yine de mutlu olacak bir sürü şey bulabilirler. Çocuk olmak mutlu olmak demek değil mi zaten?
Umarım büyüdüklerinde, yani “yaşlıların dilini öğrendiklerinde” çocukluklarını tıpkı bizim gibi gülümseyerek hatırlarlar. Her halükarda ne güzel şeydir çocuk olmak.
Köşedeki fırının ekmek kokusunu.
Sıcak ekmekleri eve taşırken ellerimin yanmasını.
Kavanoz dibi gözlüklü şekerci amcayı ve onun nane şekerlerini.
Kocaman bir külah kaymaklı dondurmayı üstüme başıma bulaştırarak yemeyi.
Kasketin altından, çaktırmadan bizim misket oynayışımızı seyreden terzi amcaya el sallamayı.
Bahçeye lunapark kurup, mahalledeki diğer yavrulara bilet kesmeyi.
Kaptan amcanın bahçesine girip, zılgıtı yemeyi.
Ablaların konuşmalarını gizlice dinleyip ispiyonlamayı.
Erkek çocuklarla kavga etmeyi.
İp atlamayı.
Düşüp düşüp oramı buramı yaralamayı.
Sokaklarda it gibi koşturup yorulmamayı.
Horoz şekerini
Bayramlarda el öpüp harçlık almayı.
Canım yandığında rahatça bağıra çağıra ağlayabilmeyi.
Sonunda dayak bile olsa, yaramazlık yapabilmeyi.
Bayramlarda mahallemize kurulan göçebe lunaparkı
İçimden ne geliyorsa söyleyebilmeyi.
Kusura bakmayın çocuk işte kem küm şeklinde düzeltme yapılabileceğinden her haltı karıştırabilmeyi.
Çoooooookkkk özledim.
İçimden ne geliyorsa söyleyebilmeyi.
Kusura bakmayın çocuk işte kem küm şeklinde düzeltme yapılabileceğinden her haltı karıştırabilmeyi.
Çoooooookkkk özledim.
Yorumlar
Evet incegül, çok haklısın çocuklarımız akvaryum balıkları gibi.Hem herşeyleri var, hem hiç bir şeyleri yok.Aza kanaat etmeyi,mutlu olmak için çok fazla şey gerekmediğini bilmiyorlar.Ben uslu bir kızdım.Üstümü kirletmez,koşarken tacımı düşürmez, herkesin gözdesi, tam bir prenses (mükemmel değildim, çok inatçıydım,annemi deli ederdim, babam bana asla kızmazdı).Ama şimdiler de bakıyorum içimdeki küçük kızın çok muzip olduğunu görüyorum.Onu kimseye göstermiyorum.Yazlık sinemaların ne kadar eğlenceli olduğunu da söylemede bitiremiyeceğim.Çok beğendim, çok duygulandım.Şairler ve yazalar neden daha çok erkeklerden çıkıyor biliyor musun İncegül kadınlar yazarken de daha ürkek oluyor.
- Ahh ahh yoktu benim bebekliğim zamanında böyle şeyler ;
dedike ben koptum gülerken ...
Tüm sözlerine katılıyorum senin, ve söylemişimdir öncedende. Şimdiki çocuklar şanslı, nerdee bizim zamanımızda böyle oyuncaklar diyoruz ama bence bizim zamanımızın tadı bambaşka. Çok şükürki bende yaşadım çocukluğumu doya doya. Belki ortaokul senelerime kadar ananemin köyünde bahçeli evlerde , akşam ezanı okunana kadar doya doya oynardık. Evcilik,körebe,deli gibi bisiklete binme, kışın ayak ve el parmaklarımızı hissedemeyecek kadar kartopu, sonra topla oynanan pek çok oyun, en sevdiğimde tongiliş oyunu idi... Şimdi ise evde bir yığın oyuncak olmasına rağmen hepsi bir köşede duruyor öylece, çünkü kuzular oyuncak değil oyun istiyorlar, gerçek kişilerle oynayabilecekleri gerçek oyunlar...
yine harikasın.Yalnız çok sevilen ,çok şımartılan bir çocuk olmanın da şöyle bir kötü tarafı var. Bu kadar kişinin beklentisini boşa çıkarmamak, hep başarılı olmak, yanlış yapmamak.Bir bakıyorsun ki(yıllar sonra) ortaya çıkan resim senin ruhunla tam olarak örtüşmüyor.
Hoşçakal.
benim çocukluğumda nasıl güzeldi sokaklar,az arabalı ve daha güvenli,çok güzel geçti diyebilir çok evcilik oynadım,çok körebe oynadım,saklambaş ve diğer tüm çocuk oyunlarını çok oynadım farklı sokaklarda bir oturduğumuz mahallede ,bir annemin köyünde bir de babamın köyünde,herbiri şahaneydi şahane,,,
ama benim oğluşum hiç sokağa çıkmıyor çıkamıyor ne zaman köye gidersen o zaman,,,,
Ne zormuş büyümek, büyürken özlemek...özlediklerinin geri gelmemesi...
Hatırladıkça yüreğinin sızlaması...okudukça yüreğinin acıması...
Şimdilerde kızımın bir kaç yıl önceki hallerini de özler oldum...
Özlediklerim çoğaldıkça büyüdüğümü anladım daha çok...
Yüreğine ve kalemine sağlık...özlediklerime,çocukluğuma gittim yeniden...
sevgiler...
aslında herkesin çocukluğunu niye özlediğini anlıyoruz tabi.Gamsız, sorumluluğun az, oyunun çok olduğu bir dönem.Ama aslında asıl neden çocukken insanın hayallerini gerçekleştirebileceğine olan inancı.Sonra bir bakıyorsunuz devre arası.İkinci yarı başlamış.Hayatınızın bilançosunu yapıyor ve başlıyor ah çocukluğum nakaratı.Sonra da başlıyoruz çocuklarımızda kendi hayallerimizi gerçekleştirme çabalarımıza.Açıklama basit"senin iyiliğin için".Çocuklarımızın dünyaya gelişine vesile olmamız bize onların hayatını kendi istediğimiz gibi biçimlendirme hakkını vermiyor ki.Çocuklarımıza rehperlik hizmeti vermeliyiz, ama onların isteklerine ve seçimlerine saygı duymalıyız,bize ters gelse bile.Bize yaşattıklarına gelince, bunlar anlatılamaz ki, ancak yaşanır.
Yaşadıklarımız mı? simdiki yaşanılanmı? Çok zor ayırt etmek.
Güzel ve duygulu bir yazı
Sevgiler
Sevgiler...
9 ayımla kızları ilk kucak alışıma kadar geriye gittim ilk yazında gözlerim doldu çok güzel ifade etmişsin :( allahım onları bizden bizleri onlardan hiç ayırmasın inşlh...
her oyuncak alışımda sanki kendime alıyormuşum gibi keyifle seçerim babalarıda bende oyuncağa hasret büyüdüğümüz için hiç bişeyde hevesleri kalmasın diye ama nerde ellerine alıp 1 saat oynayıp geri bırakmaları bir oluyor içim cız ediyor o zaman.neden kıymet bilmiyorlar diye içim parçalanıyor her seferinde kendime söz veriyorum bir daha oyuncak almayacam size diye söyleniyorum ama nerde yine kıyamıyorum yine kıyamıyorum kıymet bilmeyeceklerini bildiğim halde...
bu arada fotoyu ilk gördüğümde sudem geldi gözümün önüne sudemin esmer hali küçük hnm çok benzettim :)
canımın içindeki can okurken ağlattı beni.Hissettiklerimi bu kadar güzel dile getirebilen bir Sezen Aksu var zannediyordum yalnız değilmiş...
Doğum anı hissettiklerim ve sonrasında onun senin herşeyin olması ve bunun dünyadakı başka hiçbir aşk duygusuyla karsılatırılamayak kadar buyuk bir aşk olması....
Offf annelik böyle bişeymiş.Anne olunca anlıyormus insan gerçekten.Aman nerelere geldim çocuktan ama böyle hissettim işte napayım...
sevgiler
o günleri anımsattın bize sağol...
Teşekkür ederim..
TüTü
Tubikkocuğum, düşme uzaklara çocukluğundan. Lakin büyümeyi de öğrenmek gerek tatlım.:)
Emreciğim, evet biz biraz daha bilerek, bilincine vararak yaşadık bazı şeylerin. Güzeldi be.:)
Lalegülcüğüm, demek tacını hiç düşürmezdin ne güzel. Biz üzerimiz başımız omo reklamı kıvamında gelirdik eve yahu.:)
Börtlekciğin annesi, yerim ben o börtleki. Yokmuymuş onun bebekliği zamanında. Vah yavrucağa vah.:)
Papatyacık, ne kadar haklısın. Bir de şımartılmaya alışınca, pek bi zor geliyor insana hayat.
Elçinciğim, yavrucaklar dört duvar arasında hapis gibi. Nerede boşaltacaklar o enerjilerini. Alışveriş merkezlerinde mi? Yazık onlara aslında.
Sevgili Ab-ı Hayat, o zamanlar büyüme özlemi içindeyken, şimdi o günlere hasret duyuyoruz malesef. Ben de güzel yorumun için teşekkür ederim.:)
Muhabbetciğim, seninkiler de genellikle ve sık sık kırmızı ya da beyaz mı olurdu? Şöyle yandan tokalı. Hele rugan olursa tadından yenmez.:)
Renklercikim, benim duygusal arkadaşım. Ağlama beee. Sadece dersleri dert etmek. Küçükken hep düşünürdüm, büyüyeyim bir an önce şu derslerden kurtulayım. O zaman hiç derdim kalmaz diye. Hehehehehe.:)
Denizkızı, hayallerin, umutların, gelecek planlarının belki de, bir daha geriye dönülmeyecek şekilde bitmesiyle mi alakalı diyorsun? Ne doğru bir tespit ne diyeyim..:)
Sevgili Yaşamın Kıyısında, "duyguların yorulması" ne kadar güzel bir tanımlama bu. Evet gerçekten öyle oluyor değil mi? Çok teşekkür ediyorum güzel yorumunuz ve ziyaretiniz için.:)
Sevgili Sema, onunla birlikte büyümek belki de acıları törpülüyor ve zamanla yok ediyor. Anne olmadan büyüyemiyor insan. Sen de sağol.:)
Ebrucuğum, çok sağol. Harika olan sensin.:)
Cemileciğim, Allah sevginizi ve dostluğunuzu daim etsin canım. Ya o prenseslere nasıl kıyabilir ki insan. Onlar hayatın anlamı artık. "Kendinden vazgeçmek" annelik. Resimdeki kızı ben de benzettim biliyor musun. En çok da öyle neşeli gülüşünü.:)
Sevgili Tabiat Ana merhabalar. Oy oy Sezen ve ben yan yana. Çok çok hoş bir iltifat olarak alıyorum ve teşekkür ediyorum.:) Annelik, yaşamadan anlatılabilecek ve anlaşılabilecek bir şey değil işte. Ne mutlu bize o halde.:)
Sevgili ss, :)))
Soficiğim, o yaşayamadıklarının eksikliğini duymamalarını ümit ediyorum ben de. Sevgiyle canım.:)
Perilimcim, sevgili öğretmenim. Sen de sağol. Bak ben o su muhallebilerini unutuyordum neredeyse. Hatırlatacak dostların olması ne güzel.:)
Dilekciğim, bu annelerin yürekleri hep hop hop.:) Pek tekerleme gibi oldu değil mi? Tatlı kızın da umarım senin çocukluğundaki kadar mutlu olur. Unutulmasın da inşallah.:)
Sevgili TüTü merhabalar.:) Yaşanabilecek en güzel duygulardı her halde onlar. Yeniden yaşamayı da isterdim ama, geçti artık. Hatıralarla avunuyoruz böyle. Ben teşekkür ederim.:)
aklıma üniversitede bir hocamın söylediği bir şey geldi."Yeni doğan her çoçuk Allahın insanlardan hala ümidi kesmediğinin bir göstergesidir" demişti.Her çocuk hem ailesi, hem de tüm dünya için umudun adıdır.Nerde doğduğunun hiç bir önemi yok.
Hoşçakal.
"o minik canla" herşeyi yeniden yaşamayı istedim.
yaş yetmiş,iş bitmiş. sayıklıyooom işte.:(
sen benim kedilerimi çok çok öp benim yerime olur mu???
Hüzünbazım, hoşgeldin.:) hepsini sonuna kadar yaşamış çocuklarız hepimiz. Belki de bundan tekrar yaşamak isteyişimiz. Teşekkür ve sevgilerimle.:)
Yağmurummm,niye bitsinmiş sultanım. Bakınız Füsun Demirel'e. Senin teyzen yaşında. Yapsana beee.. oy oy ne tatlı olur. Minik bir kedicik. Böyle pamuk pamuk.:) Öptüm canımcım kedileri, onlar da seni öperler. Anneleri de tabi.:)